2023 yılı, iklim gündeminin aciliyetini tekrar gözler önüne seriyor. Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM) kapsamında ülkeler arası rekabetçilik tartışmaları gündeme getiriliyor. Türkiye, uluslararası iklim diplomasisinde, Cumhurbaşkanının 2021 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşmasında açıkladığı 2053 net sıfır hedefinin aksine attığı adımlarla, uyumsuz bir görüntü çiziyor. COP28’in etkileri, güncel bir konu olarak hâlâ tartışılıyor.
Bu yazıda yıl boyunca yaptığımız çalışmaları, düzenlediğimiz/katıldığımız etkinlikleri ve iklim konusunda çalışan STK’larla parçası olduğumuz çağrıları bir araya getirdik. Bu derlemeyi oluştururken yılın öne çıkan gelişmelerine ve çalışmalarına da yer verdik. Hem zihnimiz için bir güncelleme hem de gelecek yıllarda yapacağımız çalışmalar için bir rehber oluşturmayı hedefledik.
Geçtiğimiz yıla dair dileklerimizi tekrarlıyoruz! 2024 yılı, tüm dünya için iklim krizi karşısında bilimin gösterdiği doğrultuda çok daha iddialı adımların atıldığı ve ekosistemin geleceğine çok daha yüksek umutla bakacağımız bir yıl olsun.
Mutlu yıllar!
İklim aciliyeti ile karşı karşıyayız
Sene boyunca yayınlanan çalışmalarda mevcut küresel yenilenebilir enerji kapasitesinin ve bu kapasiteyi artırmaya yönelik çabaların, yükselmesine karşın, yeterli düzeyde olmadığı belirtildi. Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 6. Değerlendirme Raporu’nun son bölümü olan İklim Değişikliği 2023’e göre küresel yüzey sıcaklığı 1970’ten bu yana, son 2000 yıldaki diğer 50 yıllık dönemlerden, daha hızlı artıyor. Küresel sıcaklıklar 2011-2020 döneminde 1,1 derecenin üzerine çıkarken insan kaynaklı faaliyetler, bunun en büyük kaynağı olarak gösteriliyor. Biyoçeşitlilikte ciddi kayıplar gözleniyor. Artan sıcaklar ve aşırı hava olayları neticesinde gıda ve su güvenliği tehdit altında.
Bu noktada, tüm aktörlerin iklim krizi karşısında gerçekçi ve acil önlemler alması bekleniyor. Öncelikli vurgu, fosil yakıt kullanımının aşamalı şekilde sona erdirilmesi ile maliyetleri hızla düşen rüzgâr ve güneş yatırımlarının ve enerji verimliliğinin artırılması yönünde.1,5 derece hedefine ulaşılabilmesi için dünya genelinde karbondioksit emisyonlarının 2030 yılına kadar %48, 2040 yılına kadar %80 ve 2050 yılına kadar ise %99 oranında azaltılması gerekiyor. Hükümetlerin iklim eylemini artırmaması durumunda, dünyanın sanayi devrimi öncesindeki seviyelerin 2,5 – 2,9 derece üstünde bir ısınma ile karşılaşacağı belirtiliyor. En iyimser senaryoda bile ısınmayı 1,5 derece ile sınırlama şansı yalnızca %14.
- Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) Net Sıfır Yol Haritası’nın yeni güncellemesine göre, küresel yenilenebilir enerji kapasitesi 2030 yılına kadar üç, enerji verimliliği iyileştirmelerinin yıllık oranı ise iki katına çıkması gerekiyor. Temiz enerji kapasitesindeki artış ile fosil yakıt talebi 2030 yılına kadar %25, 2050 yılına kadar ise %80 oranında azalıyor. Yeni net sıfır yolunda, küresel temiz enerji harcamaları 2023-2030 döneminde yıllık 1,8 trilyon dolardan 4,5 trilyon dolara yükseliyor.
- IEA’nın Dünya Enerji Görünümü 2023 raporunda, küresel enerji sisteminin önümüzdeki 10 yılda temiz enerji teknolojilerinin yükselişiyle, küresel fosil yakıt (kömür, petrol ve gaz) talebindeki zirvelerin bu 10 yılda görüleceği belirtiliyor. Fosil yakıtların küresel enerji arzındaki payının (%80) 2030’a kadar %73’e gerilemesi ve küresel enerji kaynaklı karbondioksit emisyonlarının 2025’te zirve yapması bekleniyor.
- Birleşmiş Milletler’in (BM) COP28’de ilk defa resmi olarak ele alınmış olan Küresel Durum Değerlendirme sürecine altlık oluşturmak üzere yayımladığı sentez raporuna göre yoksul ülkelere yönelik iklim krizi finansmanı 2030’a kadar yılda 200-400 milyar dolara ulaşmalı ve fosil yakıt arama faaliyetleri 2030 yılına kadar küresel olarak durdurulmalı.
Avrupa Birliği’ndeki gelişmeler odağında ülkeler arası rekabetçilik tartışmaları gündeme taşınıyor
2022 yılı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan süreçte gıda-enerji fiyatlarındaki artış ve tedarik zincirindeki aksaklıklar ekseninde değerlendirilmiş; Avrupa Birliği’nin (AB) Rusya’ya bağımlı enerji politikasında attığı karşı adımların yenilenebilir enerjiye geçişteki etkileri analiz edilmişti. Bu yıl gündem, özellikle SKDM’ye geçiş döneminin 1 Ekim 2023 itibarıyla başlamasıyla, ülkelerin piyasadaki rekabetçi konumlarını nasıl koruyacakları etrafında şekillendi.
Temiz enerji teknolojileri üretimindeki rekabetçi konumunu artırmak üzere Avrupa Yeşil Mutabakat Sanayi Planı açıklandı. Plan kapsamında rüzgâr, ısı pompaları, güneş, temiz hidrojen ve depolama gibi alanlarda düzenlemeler yapılması; bu düzenlemelerin finansman, beceriler ve ticaret alanlarında yoğunlaşması bekleniyor. Sanayi Planı’na AB’nin ABD ve Çin başta olmak üzere diğer ülkelerle temiz teknolojilerin hâkim olduğu bir ekonomide rekabet edebilme gücünü artırabilmesi ve iklim krizinin etkilerinin azaltılması bakımından önem atfediliyor. Öte yandan, Sanayi Planı’nın (GDIP) temel taşlarından olan Net Sıfır Enerji Yasası ile kilit teknolojilere yönelik destek sağlanması ve 2030 yılına kadar temiz teknolojilerin en az %40’ının AB’de üretilmesi amaçlanıyor. Öte yandan, Kritik Hammaddeler Yasası’nın odağını da 2030 yılına kadar AB’nin stratejik hammadde tüketiminin %10’unun AB’de çıkarılması oluşturuyor.
Öne çıkan diğer gelişmeler:
- AB’de fosil yakıtlardan elde edilen enerji, 2023’ün ilk yarısında rekor düzeyde azaldı. 27 üye ülke, 2022’nin aynı dönemine kıyasla elektrik için %17 daha az fosil yakıt tüketti.
- Eurostat, AB’nin karbon emisyonlarının 2008’e göre %22 azaldığını duyururken, enerji tüketiminin de %4,1 düştüğünün altını çizdi.
- AB ülkelerinde, 2035’ten itibaren benzinli ve dizel otomobil satışlarını yasaklandı.
- AB Konseyi, 2030’a kadar AB’nin toplam enerji tüketiminde güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir kaynakların payını %42,5’e yükseltmek konusunda uzlaşı sağlandığını açıkladı. Temiz enerji hedefi 2030 yılı için %32 seviyesindeydi.
- AB Konseyi, üye ülkelerin Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın bir parçası olan ve emisyonları 2030’a kadar en az %55 azaltmayı hedefleyen “55’e Uyum – Fit for 55” paketindeki çeşitli yasal düzenlemelerin onaylandığını duyurdu.
- Almanya’da, geçtiğimiz yıl ülkenin enerji ihtiyacının yaklaşık %6’sını karşılayan üç nükleer santralin tüm reaktörlerinin devre dışı bırakılmasıyla, elektrik üretiminde nükleerden çıkış süreci tamamlandı.
COP28: Sonun başlangıcı mı?
30 Kasım’da başlayan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28), bir gün gecikmeyle, 13 Aralık’ta sona erdi. SEFiA İklim Gündemi olarak konferansı yayınladığımız son üç bülten ve bir ara değerlendirme yazısı ile takip ettik. Öne çıkan gelişmeleri ve Türkiye’nin konferanstaki konumunu değerlendirdik.
COP28, tüm tarafların Kayıp ve Zarar Fonu’nun ve fonun finansman düzenlemelerinin işler hâle getirilmesi konusunda anlaşmasıyla başladı. İlk gün, fona yaklaşık 300 milyon dolar aktarılması taahhüdünde bulunuldu. Konferans sonunda yaklaşık 200 ülkeden temsilci, küresel fosil yakıt tüketimini azaltmaya başlama konusunda anlaşmaya vardı. Konferansta 2050 yılına kadar net sıfıra ulaşmak için enerji sistemlerinde fosil yakıtlardan adil, düzenli ve hakkaniyetli bir şekilde geçiş yapılması çağrısında bulunuldu. 2030 yılına kadar küresel olarak yenilenebilir enerji kapasitesinin üç katına çıkarılması, enerji verimliliğinin iki katına çıkarılması, kömür kullanımını azaltma çabalarının hızlandırılması ve karbondan arındırılması zor endüstrilerde uygulanmak üzere karbon yakalama ve depolama gibi teknolojilerin hızlandırılması çağrılarına yer verildi.
COP28, fosil yakıt çağının sona erdiğine işaret etmesi ile ülkelerin fosil yakıtların yerini temiz enerjinin alması gerektiği ve 2050 yılının küresel net sıfır için hedef yıl olduğu konusunda hemfikir olduklarını göstermesi bakımından önem arz ediyor. Fakat 100’den fazla ülkenin COP28 nihai anlaşmasında fosil yakıtlardan çıkış dilinin yer alması talebi, kendisine yer bulamadı. Finansman ile fosil yakıtlardan çıkış/azaltım tartışmaları ekseninde COP28 birçok eleştiriyle de karşı karşıya kaldı
- Yapılan tahminler, 2030 yılına kadar kayıp ve hasar maliyetlerinin 400-431 milyar dolar seviyesinde olacağını gösteriyor. Fakat fon, konferans sonunda ancak 792 milyon dolara ulaşmış durumda. Söz konusu rakamlar, ihtiyacın ancak binde 2’sini karşılıyor.
- IEA’nın analizine göre yenilenebilir enerji kaynakları, enerji verimliliği ve metan azaltımı taahhütlerinin mevcut imzacılar tarafından tam olarak yerine getirilmesi, 2030 yılında küresel enerji bağlantılı sera gazı emisyonlarının 4 gigaton karbondioksit eşdeğeri azaltılabileceğini gösteriyor. Oysa bu azaltım, dünyayı küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlandırılmasıyla uyumlu bir yola sokmak için kapatılması gereken emisyon açığının yalnızca %30’unu karşılıyor.
- Bilimsel veriler küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamak için kömür, petrol ve doğal gaz kullanımının 2050’ye kadar sırasıyla %100, %60 ve %70 oranında azaltılması gerektiğini gösteriyor. Fakat konferans sonuç metninin fosil yakıtlardan aşamalı çıkışa dair bir referans barındırmaması bu beklentileri boşa çıkarıyor.
- İklim alanında çalışan pek çok uzman ve iklim STK’ları tarafından yetersiz bulunan “fosil yakıtlardan uzaklaşma” çağrısına nükleer enerji kullanımı ve karbon yakalama ve depolama gibi teknolojilerin –karbondan arındırılması zor endüstrilerde uygulanmak üzere– hızlandırılması talepleri eşlik etti. Oysa, nükleer enerjiyi yarattığı risk ve maliyet nedeniyle iklim krizinin aciliyeti karşısında gerçekçi bir çözüm olarak değerlendirmek mümkün değil.
- COP28’de önemli gündem maddelerinden uyum çalışmalarının nasıl finanse edileceği henüz cevaplanmış değil. Geçmişte yaklanamayan mevcut yıllık 100 milyar dolar hedefinin süresi 2025’te doluyor.
Yeni santral ve kömür teknolojileri yatırım planları, Türkiye’yi makul iklim hedeflerinden git gide uzaklaştırıyor
Türkiye, 2023 yılını açıkladığı Ulusal Enerji Planı ile karşıladı. Plan, yalnızca beş yıl öncesinde Milli Enerji ve Maden Stratejisi’nde öngörülmüş olan, yılda 1GW güneş ve 1GW rüzgâr kapasitesi artışının plan döneminde (2020-2035) sırasıyla 3,1 GW ve 1,4 GW olarak güncellenmiş olması ile olumlu karşılandı. Fakat plan dâhilinde rüzgâr kapasitesinde çok daha yüksek artışların sağlanabileceği belirtildi. Fosil yakıtların elektrik üretimi payındaki düşüş ümit verici olsa da 3,2 GW olarak öngörülen yeni kömür kapasitesi kurulumu ile 2035 yılına kadar ikinci bir nükleer santral yapımının planlanması ve birincil enerji talebinde nükleer payının 2053 yılına kadar yaklaşık %30’a çıkacağı öngörüsü eleştirildi.
24-25 Nisan’da düzenlenen 4. Temiz Kömür Teknolojileri Zirvesi’nde, Enerji Planı’nda ancak maliyetlerin düşmesi ve verimliliğin artması durumunda üretim portföyüne dâhil edilebileceği belirtilen (ve yanıltıcı bir iklim çözümü olan) karbon yakalama teknolojilerinin 2030’a kadar yerli kömür santrallerinde sisteme dâhil edilmesinin öngörüldüğü belirtildi.
Türkiye, sera gazı emisyonu azaltım hedeflerini içeren ve Paris Anlaşması‘nın bir gerekliliği olan Ulusal Katkı Beyanı‘nı güncelleyerek 15 Nisan’da Birleşmiş Milletler Sekretaryası‘na sundu. 2015’te %21 olarak açıklanan emisyon artışını azaltma taahhüdü, 2030 için %41 olarak güncellendi. Hedef kapsamında, emisyonlarının 2038 yılına dek sürekli artacağı ve o yıl pik seviyeye ulaştıktan sonra azaltıma başlanması öngörülüyor. Oysa bu durum, emisyonların 2030 yılına kadar %33, 2028 yılına kadar ise %47 artması anlamına geliyor. Artıştan azaltım hedefi, Türkiye’nin enerji dönüşümünü geciktirecek ve 2053 yılında net sıfır emisyona ulaşmanın maliyetini artıracak. İklim değişikliği konusunda çalışan sivil toplum ve düşünce kuruluşları, Türkiye’nin bugünden itibaren emisyonlarını azaltması ve 2020’ye göre en az %35 mutlak azaltım hedefi vermesi için çağrıda bulunuyor.
Türkiye, Haziran 2023’te Almanya ve Polonya‘yı geride bırakarak Avrupa‘nın en büyük kömür yakıtlı elektrik üreticisi oldu. Türkiye’nin 2023 yılının ilk yarısında gerçekleştirdiği kömürden enerji üretimi, 2018’den bu yana bir yılın ilk yarısı için en yüksek seviyeyi temsil ediyor.
Pek çok santralin çevre mevzuatına uyum sağlayacak yatırımları yerine getirmediği ve yeni kömür yatırımı için finansman imkânlarının hızla daraldığı bir dönemde yeni santral ve kömür teknolojileri yatırım planlarını açıklamış olması, Türkiye’yi erişebileceği, bilim temelli, makul iklim hedeflerinden git gide uzaklaştırıyor:
- Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefine ulaşmak için yeni kömür yatırımlarından vazgeçmesi ve 2030 yılına kadar kömürden çıkışı planlaması gerekiyor.
- Türkiye, kömürlü termik santrallerinin bir geçiş süreci içerisinde aşamalı olarak kapatılmasını hedefleyerek hem planlı bir geçiş sayesinde dönüşümün etkilerini yönetecek bir stratejiyi zamanında ortaya koyabilir hem de kömürden çıkışı finanse etmek üzere tasarlanmış olan mekanizmalardan yararlanabilir.
- Maliyetleri ve güvenlik riskleri ortada olan nükleer teknolojisinde ısrar etmek yerine rüzgâr ve güneş gibi maliyeti düşen, temiz enerji çözümlerine daha çok yatırım yapılabilir.
Kimsenin işsiz kalmadığı bir ‘‘kömürden çıkış’’ mümkün
Türkiye’de kömürlü termik santrallerin iklim hedefleri ile uyumlu biçimde çalışmasının ekonomik açıdan mümkün değil. Fosil yakıta dayalı üretim lisanslarının çok uzak olmayan bir gelecekte sermaye âtıllaşma riskiyle karşı karşıya olduğu ve yatırımcılar için birer yükümlülüğe dönüşeceği görülüyor. Fakat yaşanan gelişmeler bunun aksi yönünde bir gidişatı işaret ediyor.
Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Akbelen Ormanı’na 24 Temmuz sabahı girilerek ağaçların kesimine başlandı. Akbelen Ormanı altındaki linyit rezervi kullanılarak, etrafındaki Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin iki buçuk yıllık yakıt ihtiyacının karşılanması hedefleniyor. Sivil toplum kuruluşları, ağaçların kesimine başlanmasının ardından, Akbelen Ormanı’nın kömür çıkarmak amacıyla yok edilmek istenmesine karşı ortak çağrıda bulundu. Doğa ve insan hakkını hiçe sayan ağaç kesiminin acilen durdurulmasını istedi.
SEFiA ve Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) hazırladıkları Kömüre Dayalı İstihdamdan Çıkış başlıklı rapor ise tam bu noktada Türkiye’de elektrik üretiminde kömürden çıkışın sektör istihdamında yaratabileceği muhtemel sorunları ve çözüm önerilerini inceliyor.
- Türkiye’de kömür ve linyit madenciliği sektöründe yaklaşık 35 bin kişi istihdam ediliyor. Sektördeki kayıtlı ve kayıt dışı istihdam, toplam istihdamın binde 2’sinden daha az görünüyor. Bu durum, kömürden çıkışın, Türkiye’nin istihdam yapısını ciddi ölçüde etkileme potansiyelinin düşük olduğuna işaret ediyor. Kömürden çıkış sürecinde insana yakışır işler için yeşil sektörlere yapılacak yatırımlarla kimsenin işsiz kalmayacağı ortaya konuluyor. Kömürden adil bir çıkışın sektör çalışanları için mümkün olduğu, hatta belli şartlar sağlandığı takdirde yaşam koşullarını iyileştirme olanağı da içerdiği vurgulanıyor. Tüm paydaşların sürece dâhil olduğu bir politika tasarımına vurgu yapılıyor.
- Bütüncül bir yaklaşım içerebilecek politika önerileri üç temel başlıkta bir araya getiriliyor ve politika araçları tanımlanıyor: (i) Bölgelerde katma değeri yüksek sektörlerde istihdam talebinin artırılması, (ii) Sektörde mevcut çalışanların profillerinin çıkarılması ve yönlendirilmesi ve (iii) İstihdam ve beşeri sermaye için uzun dönemli politikalar.
Bu kapsamda öne çıkan bir diğer çalışma olan, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), CAN Europe ve SEFiA tarafından hazırlatılan Adana-Tufanbeyli Enerji Geçişinde Sosyal Kırılganlık Analizi başlıklı rapor ise –enerji geçişinde sosyal ve ekonomik etkileri dikkate alan ve sosyal adaleti gözeten kapsamlı stratejiler oluşturulabilmesi için– kömürlü termik santraller ile enerji üretimi ve kömür üretimi faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerin sosyal kırılganlık bakımından avantajlı ve dezavantajlı yönlerini inceliyor.
- Kömür ekonomisinin yoğun olduğu iller arasında, pek çok gösterge açısından sosyal kırılganlığın en yüksek olduğu Adana’da Tufanbeyli ilçesini merkeze alan çalışmanın sonuçlarına göre ilçede ekonominin çeşitlendirilmesi, girişimciliğin desteklenmesi, mesleki eğitim, ulaştırma altyapısının iyileştirilmesi gibi önlemlerle kömürden adil bir çıkış mümkün.
- 2053 net sıfır vizyonunu gerçekleştirmek için, ulusal ölçeğin yanında, bölgesel ölçekte de dönüşüme ihtiyaç duyuluyor. Bunu başarmak için ise katılımcı ve sosyo-ekonomik farklılıkları gözeten bir planlama ile bölge halkının dönüşümü destekleyici paydaşlar olarak konumlandırılması gerekiyor.
Kömür çalışanlarının güvenceli ve maaşlı işlerinden vazgeçmek istemeyecekleri ve mevcut kömür bağımlılığı nedeniyle ekonomik faaliyetlerin çeşitlenemediği ilçede istihdam, eğitim, erken emeklilik veya yatırım imkânları yaratılmadan kömürden çıkışın yüksek işsizlik ve gençlerin zorunlu olarak başka illere göçmesi ile sonuçlanacağı tahmin ediliyor. Fakat çalışma, kömür çalışanlarının, mevcut işlerinden memnuniyeti görece yüksek olsa da yeni iş imkânının aynı şartları sağlaması hâlinde işlerini değiştirme konusunda büyük bir dirence sahip olmadığını da gösteriyor. Ayrıca bölgedeki en büyük istihdam oranına sahip olan tarım sektörünün desteklenmesi de çözümün bir parçası olarak sunuluyor. Çalışma ayrıca, ulaşım altyapısının geliştirilmesi hâlinde eğitime erişimin güçlenebileceğine; tarım ürünleri nakliyesinin kolaylaşmasıyla rekabet avantajının da artabileceğine dikkat çekiyor. Sektörel çeşitliliğin artırılması, çalışanların beceri setlerinin geliştirilmesi ve geçiş sürecine yönelik mali desteklerin planlanması da, çalışmada öne çıkan diğer öneriler.
Deprem sonrasında yeniden inşa tartışmaları
Türkiye’de iklim gündeminin en önemli tartışma başlıklarından birini Büyük Kahramanmaraş Depremi oluşturdu. Üstünden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen tüm acılar taze. İklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, sundukları çalışmalar ve girişimlerle bölgede yeniden inşa sürecine katkı sunmayı hedefledi:
- SEFiA olarak, Sivil Toplum İçin Destek Vakfı’nın desteği, Turkey Mozaik Foundation işbirliği ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği koordinasyonuyla Adıyaman, Kahramanmaraş ve Hatay illerine kurulacak konteyner yaşam alanlarının elektrik ihtiyacını karşılamak amacıyla 8 adet solar set kurmak üzere harekete geçtik.
- SEFiA’nın da aralarında bulunduğu iklim konusunda çalışan sivil toplum kuruluşları, güneş enerjisinin acil müdahale aşamasında, geçici konut alanlarında ve yeniden inşa sürecinde kullanıma dair Deprem Acil Müdahale,Toparlanma ve Yeniden İnşa Sürecinde Güneş Enerjisinin Rolü başlıklı bir öneri metni hazırladı. Deprem sonrası yıkılan kentlerin yeniden inşasının, tek boyutlu bir mühendislik işine, konut üretim faaliyetine indirgenmeden planlanması gerektiği vurgulandı. Yeniden inşaya kent kimliği, tarih, kültür, iklim, çevre, ekonomi, mülkiyet, finans boyutlarını da içeren ve sadece bilim insanlarının değil afetzedelerin de katılımına imkân veren tasarım ve planlama süreçleri ardından başlanması gerektiği ifade edildi. Bu çerçevede, bu tasarım, planlama ve uygulama sürecinde güneş enerjisinin en etkili kullanımı için talepler sıralandı.
- SEFiA’nın da aralarında bulunduğu iklim konusunda çalışan sivil toplum kuruluşları, Kahramanmaraş depremleri sonrasında toparlanma/yeniden inşa sürecinde binalarda yenilenebilir kaynaklara dayalı ısıtma ve soğutma başlıklı pozisyon metninde ise deprem bölgesi özelinde ve kentsel dönüşüm tartışmaları çerçevesinde binalarda yenilenebilir kaynaklara dayalı ısıtma ve soğutma sistemlerine ilişkin görüşlerini/taleplerini paylaştı. Böylelikle, özellikle dağıtık yenilenebilir enerji kurulumu ile de desteklenebilecek ve afetler karşısında dayanıklılığı destekleyecek ısı pompası sistemlerinin deprem bölgesinde kullanımının gündeme getirilmesi ve bu doğrultudaki planlamaları destekleyecek teknik bir çerçeve oluşturulması hedeflendi.
COP28’de Türkiye’nin konumu
17 sivil toplum ve düşünce kuruluşu COP28 öncesinde Türkiye’nin emisyon azaltım hedefini güncellemesi çağrısında bulundu. Söz konusu güncellemenin Türkiye ekonomisine sağlayacağı faydalar vurgulandı. Düzenlenen basın toplantısı çerçevesinde “İklim Hedefi ve Yeşil Dönüşümün Ekonomik Faydaları” paneli gerçekleştirildi.
Türkiye COP28’de iklim kriziyle güçlü bir şekilde mücadele etmek için hazırlanan küresel yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği taahhüdü dâhil birçok deklarasyona imza atmadı. İklim değişikliği kaynaklı afetler için oluşturulan Kayıp ve Zarar Fonu’ndan yararlanmak istediğini belirtti. Oysa ki Türkiye dünyanın en gelişmiş 20 ülkesi (G20) arasında, dünyada en çok sera gazı salan 15. ülke konumunda ve ulusal sera gazı emisyonlarını 2030’a kadar %30’dan fazla artırmayı öngören iklim hedefini henüz daha iddialı bir hedefle güncellemedi. Bugüne kadar herhangi bir finans taahhüdünde ise bulunmadı.
- Türkiye’de iklim değişikliği alanında çalışan STK’lar, yayınladıkları basın açıklamasında hem konferansı hem de Türkiye’nin konumunu değerlendirdi: 2053 yılında net sıfır emisyonlu ülke olma vizyonu bulunan Türkiye sera gazı emisyonlarını bir an önce azaltmaya başlamalı ve 2030 yılına kadar, 2020 yılına kıyasla en az %35 mutlak emisyon azaltımı hedeflemeli.
STK’lar ayrıca, Türkiye’nin COP28 kararlarına ve iklim değişikliğiyle mücadele konusunda alması gerektiği pozisyona dair taleplerini içeren bir mektubu Başmüzakereci Fatma Varank ve müzakere heyetine iletti. Mektupta Türkiye’nin COP28 kararı olarak fosil yakıtlardan çıkışı desteklemesi ve Küresel Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Taahhüdü’nü imzalaması talep edildi. Buna karşılık, İklim Değişikliği Başkanlığı, COP28’in resmi olarak devam eden son gününde Türkiye’nin, önceki yıllarda kurulmuş girişimler de dâhil olmak üzere sekiz girişime katıldığını duyurdu. Fakat Türkiye’nin imzasını atmadığı pek çok metin mevcut.
Türkiye’nin 2022 yılı sonunda açıklanan Ulusal Enerji Planındaki yenilenebilir kapasite hedefleri yalnızca beş yıl önce açıklanan Milli Enerji ve Maden Politikası hedeflerinin çok üzerinde. Fakat güneş kapasitesinde 3 kat, rüzgâr kapasitesinde 1,5 kat daha yüksek kurulum hedefleyen Türkiye COP sürecinde küresel iklim politikalarının ilerlemeci alanlarında daha yapıcı bir pozisyon almaktan geri duruyor. Fosil yakıt üreticisi olmayan, fosil yakıt ithalatı nedeniyle ciddi cari açık veren, ekonomik kayba uğrayan, üstelik yenilenebilir enerji kaynakları bu kadar zengin bir ülke olan Türkiye fosil yakıtlardan kademeli çıkış kararını desteklemek konusunda çekingen ve olumsuz bir tavır sergiliyor.
2022’de öne çıkan diğer yayınlar ve etkinlikler
Yanıltıcı iklim çözümleri
Bu yıl odaklandığımız meselelerin başında karbonsuzlaşma sürecinde yanıltıcı iklim çözümleri geliyordu. Bunlardan ilki karbon yakalama teknolojileri üstüneydi. Hazırladığımız Karbon Yakalama Teknolojileri Gerçekten İklim Dostu mu? başlıklı değerlendirme yazısında, karbon yakalama teknolojilerinin fosil yakıt kullanımını desteklediği ve yeşil dönüşümde gecikmeye yol açan kısıtlı/maliyetli bir çabayı işaret ettiği belirtiliyor:
- Karbon yakalama, kullanma ve depolama teknolojileri (carbon capture, utilisation and storage – CCUS) ile karbon yakalama ve depolama teknolojileri (carbon capture and storage – CCS); başta enerji üretimi, gaz işleme, endüstri ve karbondioksit giderimi olmak üzere birçok farklı alanda, ölçekte ve farklı amaçlarla kullanılıyor. Hem kullanıldığı alanda üretimin sürdürülebilirliğini desteklediği hem de iklim krizinin yıkıcı etkilerini azaltıcı bir niteliğe sahip olduğu savlarıyla ön plana çıkarılıyor.
- Fakat CCUS/CCS, geliştirilmiş petrol üretimi faaliyetleri karbon bağımlılığını artıran, karbon yoğun kaynaklardan çıkışı geciktiren araçlar olarak da tanımlanıyor. Tüm karbon yakalama teknolojileri içinde %73 pay sahibi CCUS’de ise yakalanan karbondioksit, tükenmiş petrol alanlarına taşınıyor ve daha fazla petrol çıkarmak amacıyla yeniden değerlendiriliyor. Son 50 yılda yakalanan karbondioksit miktarının %80-90’ının (>240 milyon ton) geliştirilmiş petrol üretimi faaliyetlerinde kullanıldığı, %10-20’sinin de (<60 milyon ton) uygun jeolojik alanlarda depolandığı belirtiliyor. Bu durum, karbon yakalama teknolojilerinin her ne kadar iklim dostu olduğu savunulsa da temelde daha fazla petrol ve gaz üretmek amacıyla kullanıldığını gösteriyor.
- Öte yandan COP28’de duyurulan yeni bir rapor ise 2050 yılı civarında net sıfır hedeflerine ulaşmak için karbon yakalama ve depolama teknolojisine aşırı bağımlılığın, enerji verimliliği ve elektrifikasyona dayalı bir rotaya kıyasla en az 30 trilyon dolar daha pahalıya geleceği konusunda uyarıda bulunuyor. Bu teknolojilerin fosil yakıtların ömrünü uzattığını göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Böylece karbon yakalama teknolojileri iklim krizi karşısında bir çözüm olma niteliğini yitiriyor. Oysa, çok daha önden ve hızlı biçimde yol kat etmiş, rüzgâr ve güneş gibi temiz kaynakların kullanımını önceliklendirerek, fosil yakıt payını daha erken aşamada azaltmak mümkün. Öte yandan, rüzgâr ve güneş projeleri kömür ve gaz projelerine göre %40 oranında daha az maliyet yaratırken; hem daha maliyetli hem daha güçsüz hem de görece geleceği ve güvenilirliği daha belirsiz bir teknolojinin kullanımında ısrar ediliyor.
Vurguladığımız bir diğer yanıltıcı iklim çözümü de küçük modüler reaktörlerdi. Hazırladığımız Küçük Modüler Reaktörler (SMRs): Neden gündemde? Ne kadar gerçekçi? başlıklı değerlendirme yazısında, iklim değişikliğiyle mücadele yolunda son zamanlarda önemli bir araç olarak lanse edilen SMR’lerin güvenilir ve düşük maliyetli bir çözüm olmadığı ortaya koyuluyor:
- SMR’ler, tıpkı karbon yakalama teknolojilerinde olduğu gibi, artan enerji talebini karşılamak üzere enerji arzının kesintisizliğini ve güvenliğini de gözeten yüksek teknolojili bir çözüm olarak lanse edilirken; henüz ticari olarak bir uygulaması olmasa da kısa sürede ticari olarak da çalışabilir hâle getirilmesi gereken iklim dostu bir alternatif olarak sunuluyor.
- Oysa SMR’ler radyoaktif atık sorununu derinleştiren, –rüzgâr ve güneş gibi hem düşük maliyetli hem de kendini ticari olarak kanıtlamış yenilenebilir enerji kaynaklarının karşısında– verimsiz, ekonomik açıdan rekabet gücü düşük ve gerçekçi iklim hedeflerini geciktiren yanlış bir çözüm. SMR’ler, geleneksel reaktörlere kıyasla, 30 kat uzun ömürlü ve 35 kat da daha fazla düşük-orta düzey radyoaktif atık üretiyor. Ne şimdi ne de gelecekte, SMR’ler ekonomik olarak rüzgâr ve güneş ile rekabet edecek güce erişemiyor. SMR’lerin inşaat süreleri uzun, maliyetleri ise yüksek. SMR santrallerinin işletme maliyetleri, geleneksel nükleer reaktörlere kıyasla daha düşük termal verimli olmasından dolayı, yüksek ve birçok reaktör beklenen kârı sağlayamadığı için kapatılıyor.
- Türkiye’de Ulusal Enerji Planı’nın duyrulduğu günden bu yana gerek kamu gerek özel sektör tarafından, SMR kurulumunu destekleyen açıklamalar yapılıyor. Maliyetleri ve güvenlik riskleri ortada olan SMR teknolojisinin, özellikle Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını artıracağı da göz önünde bulundurulduğunda; bu kadar iddialı bir şekilde enerji kapasitesine dâhil edilmesinin sakıncaları üstünde durmak gerekiyor.
Bankacılık ve finans
İklim İçin 350 Derneği ve SEFiA, Borsa İstanbul’da işlem gören ilk 30 şirketin (BIST 30) iklim karnelerini inceledi. İlki geçtiğimiz sene yayımlanan İklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlik Araştırması: BIST 30 Firmalarının Görünümü 2023 başlıklı raporun 2023 verileri, şirketlerin iklim krizi ile mücadele yolunda attıkların adımların hâlâ gerekli seviyeye ulaşmadığını ortaya koyuyor.
- Raporda incelenen şirketlerin ESG karnelerinde önceki yıla göre iyileşme görülüyor. 2022-2023 döneminde, BIST 30 Endeksi’nin (Bankacılık hariç) yüksek ve ciddi yüksek riskli şirket oranı %44’ten %38’e gerilerken; düşük riskli şirket oranı %8’den %19’a yükseliyor.
- Karbon emisyonları konusunda şirketler aynı performansı ortaya koyamıyor. 10 şirketin 2022 yılına göre Kapsam-1 emisyonlarının arttığı, sadece 7 şirketin emisyonlarının azaldığı ve 9 şirketin ise emisyonlarını raporlamadığı görülüyor.
- ESG skorlarındaki iyileşmeye karşılık, geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da şirketlerin 2053 yılına yönelik ülke hedefini destekleyecek şekilde belirlenmiş veya kamuoyu ile paylaşılmış bir plana sahip olmadıkları gözlemleniyor.
- Raporda incelenen 26 şirketten 9’unun SKDM kapsamında herhangi bir faaliyeti bulunmadığı görülüyor. Diğer 16 şirketin ise takip etmekten, etki analizleri yapmaya ve fizibilitelerine karbon fiyatı dâhil etmeye uzanan geniş bir kapsamda SKDM’ye hazırlandıkları dikkat çekiyor.
Yeşil ekonomi ve karmaşıklık analizi
Yayınladığımız bir diğer araştırmada, başta Türkiye olmak üzere ülkelerin yeşil ekonomiye yatkınlıkları ile geleceğe dair potansiyelleri inceleniyor. Yeşil Ekonomi ve Yeşil Karmaşıklık Analizi başlıklı araştırmada Türkiye’nin mevcut üretim kabiliyetlerinin belirlenmesi ve alternatif karmaşık ürünlerin üretimine olan uzaklığının hesaplanması amaçlanıyor. Araştırma, SEFiA’nın geçtiğimiz yıl yayımladığı ve çevresel zararı en aza indirmeyi amaçlayan ürünler olarak tanımlanan çevresel ürünlerin dünyada ve Türkiye’deki ticaret eğilimlerini analiz eden, Çevresel Ürünlerin Ticareti Raporu: Dünyada ve Türkiye’de Çevresel Ürünler başlıklı raporun devamı niteliğini taşıyor.
- Türkiye’nin yeşil ekonomik dönüşümde daha rekabetçi olabilmesi için otomotiv ile demir/çelik ve çimento sektörlerinde yeni bir kurguya ihtiyacı var: Türkiye’nin yeşil ürün ihracatında öne çıkan ürünler arasında benzinli ve dizel motorlar için gerekli ürünler geliyor. Fakat genel anlamda elektrifikasyonun hızlanması, otomotiv sektöründe ise dizel ve benzinli araçların yerini elektrikli araçlara bırakması karşısında Türkiye’nin bu ürünlere yoğunlaşan ihracat stratejisine devam etmesi, ülkenin yeşil ekonomik dönüşümünü ve buna bağlı ekonomik gelişimini sekteye uğratabilecek bir unsur olarak görülüyor.
- Türkiye’nin en fazla ihraç ettiği demir/çelik, çimento ve benzeri malzemeler kullanılarak üretilen parçalar da –bu sektörün karbon yoğun bir üretim modeli olmasına bağlı olarak– zamanla yeşil ürün kategorisindeki önemini kaybetme riskini taşıyor. Enerji verimliliğinin artırıldığı ve emisyon kontrolünün güçlendirildiği bir kurguya ihtiyaç duyuluyor.
- Yeşil dönüşümü yakalamak için üretken bilgi birikiminin yüksek olduğu ürünlerde uzmanlaşma bir öncelik olarak gözüküyor. Türkiye, küresel dönüşümü göz önünde bulundurarak gelecek öngörüsünde yeşil ekonomiye hizmet edecek alanlarda uzmanlaşmaya gitmek durumunda.
Diğer raporlar
IEA’nın yayımladığı Enerji Teknolojileri Perspektifi 2023 raporu, temiz enerji teknolojileri tedarik zincirinin mevcut durumu ve önümüzdeki yıllardaki gelişimi üzerine bir analiz sunuyor.
IEA’nın Yenilenebilir Enerji Piyasa Güncellemesi raporuna göre yenilenebilir enerji kapasitesindeki büyümenin bu yıl –yüksek fosil yakıtları ve enerji güvenliği endişelerine bağlı olarak– geçen yıla göre %30’un üzerinde artması bekleniyor. Rapor, yenilenebilir enerji piyasasında büyümenin önümüzdeki yıl da devam edeceğini ve dünyanın toplam yenilenebilir elektrik kapasitesinin Çin ve ABD’nin toplam güç üretimine eşit olan 4.500 gigavata (GW) yükseleceğini söylüyor.
SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin Net Sıfır 2053: Türkiye Elektrik Sektörü için Yol Haritası”başlıklı raporu, sektörlerde enerji talebinin nasıl gelişeceğini değerlendiriyor ve sistem güvenliği şartları ile maliyetlerini analiz ederek arz tarafı gelişimlerini ortaya koyuyor.
SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin Türkiye’de Konut ve Sanayi Sektörünün Elektrifikasyonu raporu, elektrifikasyonla Türkiye’deki konutların ve sanayinin toplam nihai enerji talebinin, 2053 yılında 127 TWh azalacağını ortaya koyuyor. Bu sayede doğal gaz ithalatı 22,8 milyar m3, karbon emisyonu ise 43,6 milyon ton azalıyor.
Ember’in Türkiye Elektrik Görünümü 2023 başlıklı raporu, 2022 yılında Türkiye’de elektrik üretimi ve talebine ilişkin verileri inceliyor ve gelişmeleri temiz enerjiye geçiş açısından değerlendiriyor. Raporun odağında ithal kömür bağımlılığı var.
Ember tarafından yayımlanan “Küresel Elektrik Görünümü 2023” başlıklı rapor, küresel elektrik üretiminde güneş ve rüzgâr enerjisinin payının 2021-2022 döneminde %10’dan %12’ye yükselerek rekor kırdığını ortaya koydu. Güneş ve rüzgâr, küresel elektrik talebindeki artışın %80’ini karşıladı.
İstanbul Politikalar Merkezi’nin (İPM) Türkiye Çelik Sektörünün Karbonsuzlaşması: Mevcut Durum başlıklı raporu ise Türkiye’de çelik üretiminin karbonsuzlaşması konusunda ilgili paydaşlar için temel bilgi ve göstergeleri ortaya koyuyor.
İPM’nin COP28’de sunduğu Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası’nın üçüncü ve son raporunun Net Sıfır Senaryosu, karbon tutma ve yakalama ve negatif emisyon teknolojileri kullanılmadan Türkiye’nin emisyonlarını 2018 seviyelerine kıyasla 2030 yılında %32 ve 2050 yılında %68 oranında azaltabileceğini ortaya koyuyor.
Fosil Yakıtların Ötesi (Beyond Fossil Fuels) tarafından yayımlanan araştırma, küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ) üçte ikisinin yüksek ve değişken enerji maliyetleri karşısında mal ve hizmet fiyatlarını arttırmak zorunda kaldıklarını ve kendilerini korumak için yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği çözümlerine yöneldiklerini ortaya koyuyor
İklim için 350 Derneği’nin Türkiye’deki Büyük Bankaların İklim Değişikliğine Yaklaşımı raporuna göre Türkiye’deki 17 bankanın 10’u net sıfır hedeflerine uygun olarak hareket edeceğini taahhüt ederken, 9’u da kömür yatırımlarını finanse etmeyeceğini söylüyor.
Medyada SEFiA
Sene boyunca iklim politikaları ve finansmanında öne çıkan gelişmeleri aylık bültenler hâlinde derledik. Eylül ayından bu yana, iklim değişikliği ile mücadele ve sürdürülebilirliğin finansmanı alanlarındaki gelişmeleri-araştırma sonuçlarını derleyen SEFiA İklim Gündemi başlıklı bültenimizi her ayın birinci ve üçüncü haftalarının pazartesi günleri Mailchimp aracılığıyla paylaşıyoruz. Bültenimize abone olabilir ve tüm sayılara ulaşabilirsiniz. Ayrıca SEFiA olarak katıldığımız tüm TV programlarını ve webinarları Youtube hesabımızda listeliyoruz.
Tüm bu gelişmelerin ortasında sosyal medya hesaplarımıza verdiğiniz destek için ayrıca teşekkür ederiz! Tüm sosyal medya platformlarında 4.5 milyondan fazla görüntüleme ve 70 bin web sitesi ziyareti aldık. Bu süreçte web sitemiz üzerinden en çok ziyaret edilen raporumuz Türkiye Çelik Sektörü Raporu: Üretim, Ticaret ve Karbonsuzlaşma Süreci, en çok ziyaret edilen analiz yazımız Karbon Yakalama Teknolojileri Gerçekten İklim Dostu mu? ve en çok ziyaret edilen blog yazımız İklim Değişirken Para Politikası oldu.
Tüm güncel çalışmalarımızı web sitemiz ve sosyal medya hesaplarımızdan (Twitter, LinkedIn ve Instagram) takip edebilirsiniz.