Blog

Karbonsuz Ekonomiye Geçerken Sermaye Âtıllaşması

SEFiA’da son birkaç aydaki en heyecan verici çalışmalarımızdan biri karbonsuz ekonomiye geçişin beraberinde getireceği sermaye âtıllaşması risklerini doğru düzgün bir ölçüye dökmek oldu. Yöntemini ve detaylı sonuçlarını “Karbonsuz Ekonomiye Geçişle Gelen Sermaye Âtıllaşması Risklerinin Ölçümü” başlıklı raporda anlattığımız bu çalışmada, Girdi-Çıktı tablolarının sağladığı bilgi ile ekonomik sektörlerin sermaye yoğunluklarına dair bilgiyi birleştirerek, âtıl varlık risklerinin birbirini ne kadar ve hangi yollarla tetikleyerek ekonomi sathına nasıl yayıldığını anlamak için kullanışlı ve anlaşılır bir çerçeve geliştirmiş olduk. SEFiA Blog’daki bu yazımızla bu çerçeveye hızlı bir bakış sağlamayı umuyoruz.

Elimizdeki iklim sorununun tarihsel zemini artık herkesçe biliniyor. İnsanlığın son 250 yıldaki iktisadi seçimlerinin bir sonucu olan iklim değişikliği hız kesmeden devam ediyor ve gezegenimizin yaşadığı çevresel hasar artık kritik bir boyutta. Bu algıyla gelen politika değişikliği ihtiyacı ifadesini hem 1994’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) ve onun 12 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirilen 21.Taraflar Konferansında imzaya açılan ve 4 Kasım 2016’da yürürlüğe giren Paris Anlaşması’nda; hem de Avrupa Yeşil Mutabakatında [Şeren Güler, Avrupa Yeşil Muatabakatı: Yeşil Kıtadan Yeşil Dünya’ya Geçiş] buldu. Paris Anlaşması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 6 Ekim 2021’de onaylanarak 10 Kasım 2021’de yürürlüğe girdi [Paris Anlaşması Onaylandı: Türkiye’nin İklim Politikasında Yeni bir Dönem Başlıyor].

Bu tarihçe yerini içinde bulunduğumuz günlere bırakırken, âtıl kaynak riskleri sahneye çıkmak için sırasını bekliyor. Paris Anlaşması’nın ülkelerin bağımsız politika üretme biçimlerinde gerektirdiği ve önerdiği değişiklikler kapsamlı, iddialı ve zorluklarla dolu. Anlaşmanın 1,50C hedefiyle uyumlu bir patikanın yüzyıl ortası itibarıyla net sıfır karbon bir dünyayı gerektirmesi ve bunu başarabilmek için sera gazı emisyonlarında belli azaltım oranlarının 2030, 2040 gibi daha yakın erimli ve elle tutulur eylemler aracılığı ile belirlenmesi ihtiyacı, belli maliyetlerle karşımıza çıkıyor. Bu maliyetlerin bir kısmı içinde bulunduğumuz dönemin politika üretiminden ve yeniden yapılandırma ihtiyaçlarından doğarken, ikinci ve görece büyük bir kısmı eldeki varlıkların âtıllaşmasından doğuyor ve bunların orta-uzun vadeye yayılacağı öngörülüyor.

Âtıl varlıklar, mevcut ekonomik varlıkların sektör içi katma değer üretme potansiyellerini diğer sektörleri de olumsuz etkileyecek biçimde kaybetmeleriyle ortaya çıkıyor. Kısaca, küresel iklim hedefleriyle uyumlu biçimde sera gazı emisyonlarını azaltmak üretim süreçlerini karbonsuzlaştırmakla eşdeğer. Karbonsuzlaştırma süreci fiziksel sermayenin kısmen kullanım dışına alınmasını veya tümüyle terk edilmesini gerektirdiğinde ise, öncelikle âtıllaşan bu sermayeyi kullanan sektör daha sonra diğer sektörler olumsuz etkileniyor. İşte, “Karbonsuz Ekonomiye Geçişle Gelen Sermaye Âtıllaşması Risklerinin Ölçümü” raporunda tam olarak bu etkileşimi sayılara dökmeye çalışıyoruz.

Araya bir not düşmek gerekirse, “böyle bir risk var ise, karbonsuzlaştırma sürecine hiç girmeyelim” demek tehlikeli bir yola karşılık geliyor. Karbonsuz üretime geçiş, orta ve uzun vadede uygulanacak olan politikalarla daha az maliyetli olacak. Buna ek olarak, insanlığı bu noktaya getiren bu düşünüş biçiminden başka bir şey değildi. O zaman yapılması gereken öncelikle önümüze çıkan riski kavramak ve ölçmek.

Sermaye âtıllaşması riskini ölçerken iki şeyi dikkate alıyoruz. Birincisi her sektörün çıktısının diğer sektörleri ne ölçüde beslediği; bu bilgi Türkiye ekonomisinin Girdi-Çıktı tablolarını kullanarak yapılan basit bir hesaplama ile elde ediliyor. İkincisi ise her sektörün ne kadar sermaye yoğun olduğu. Matematiksel sunumu “Karbonsuz Ekonomiye Geçişle Gelen Sermaye Âtıllaşması Risklerinin Ölçümü” raporunda yer alan hesaplama yaklaşımı özetle şu hikâye üzerine kurulu: Belli bir sektörün karşılaştığı sermaye âtıllaşması o sektörün üretimini belli ölçüde azaltıyor. Bu azalış, sektörün çıktısını girdi olarak alan sektörlerin çıktısının da azalmasına neden oluyor. Bu ise, etkilenen her sektördeki sermayenin belli bir bölümünü âtıllaştırıyor. Buradaki âtıllaşma-üretim düşüşü-âtıllaşma zinciri sürüp gidiyor. Konuya uzak okuyucu için iç rahatlatan bir not düşelim: bu etkileşimler ekonomi kendi üstüne çökene kadar sürüp elimizdeki her şeyi almıyor. Ekonomik sektörler nihayetinde yeni bir arz-talep dengesine ulaşıyor.

Raporda karbonsuzlaştırma öncesi ve sonrasındaki dengeler arasındaki farkı, ekonomi biliminde ‘çarpan’ olarak adlandırdığımız etki katsayıları üzerinden ifade ediyoruz. Bir çarpan kabaca ‘bir şeydeki birim değişimin, muhtelif etkileşimlerden sonra diğer bir şeyde ne kadarlık değişim doğurduğunu’ ölçüyor. Teknik adlarını raporda bırakarak, hesapladığımız çarpanların 2014 yılı için değerlerini aşağıdaki tabloda verelim. 2000-2013 yılları için sonuçlar raporda mevcut.

Tüm sektörlerin ve hesaplanan sayıların fazlalığı sonuçların tablolaştırılmasını büyük ölçüde zorlaştırıyor. Bu noktada imdadımıza aşağıdaki kordon diyagramı yetişiyor.

Kordon diyagramının verdiği bilgi sayıları çıplak gözle teşhis etmeyi kolaylaştırmıyor ama etkileşimin genel resminin görülmesini sağlıyor. Diyagramda her gruptan çıkan demet grubun kendisi ve diğer sektörler üzerindeki etkilerine karşılık geliyor. Diyagramdaki sektörlerin çoğu hem içeri hem dışarı etkilere sahipken, Mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri (N) ve Profesyonel, bilimsel ve teknik faaliyetler (M) büyük çoğunlukla dışarı kordonlara, İnsan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri (Q) ve Eğitim (P) ise sadece içeri kordonlara sahip. Sektörlerin âtıllaşma riskine maruz kalma derecelerinde, İnşaat ve yapım işleri (F) ve İmalat (C) sektörleri öne çıkarken, Madencilik ve taş ocakçılığı (B) sektörünün tetiklediği riskler Elektrik gaz buhar ve iklimlendirme (D) sektörü üzerinde yoğunlaşıyor.

Sektörlerin sermaye yoğunlukları resmin neresinde?

Sonraki aşamada, ölçtüğümüz âtıllaşma riski göstergelerini sektörlerin sermaye yoğunlukları ile birlikte kullandığımız veri kaynağı için son veri yılı olan 2014 yılı için ele alıyoruz. Aşağıdaki grafikte, sermaye yoğunlukları yatay eksende, toplam etkiler dikey eksende, sektör dışı etkiler balon büyüklükleri ile ve âtıllaşma riskine maruz kalma dereceleri balon renkleri ile gösteriliyor.

Burada, daha sermaye yoğun sektörlerin daha yüksek toplam etkiye neden olduğu, ancak sermaye yoğunluğu ile sektör dışı etkiler arasında dikkate değer bir ilişki bulunmadığı görülebiliyor.

Böylece, çalışmada sektörler arasındaki etkileşimin bütüncül bir resmine ulaşmış oluyoruz. Peki, bir sektörde tetiklenen sermaye âtıllaşması diğer sektörlere baskın biçimde nasıl bir sıra içinde yansıyor?

Bir sektörde başlayan âtıllaşmanın diğer sektörlere geçişkenliği katman analizi ile elde ediliyor. Madencilik ve taş ocakçılığı (B) sektörü merkeze alınarak incelendiğinde, sermaye atıllaşmasının katmanları aşağıdaki şekilde gösterildiği gibi ortaya çıkıyor.

Şekilde öncelikle, B sektörünün üretimde kullandığı temel girdilerdeki birim azalıştan en çok etkilenen sektörler dikkate alınıyor ve etkileşim ağının birinci katmanında gösteriliyor. Sonra, birinci katmanda yer alan sektörlerin her birinin en çok etkilediği sektörler dikkate alınarak ikinci katman oluşturuluyor. Bir sektör üzerindeki âtıllaştırma etkisi ne kadar güçlü ise o sektör şok merkezine (burada B) o kadar yakın konumlanıyor ve şok merkezine olan uzaklık arttıkça ilk şoktan kaynaklanan sermaye âtıllaşması etkisi o kadar düşük gerçekleşiyor. Bu işlem her sektör konumlandırılabileceği en üst katmana yerleştirilerek yapıldığında analiz tamamlanıyor.

Burada, en güçlü bağlantı Elektrik, gaz, buhar ve havalandırma sistemi (D35) ortaya çıkıyor. İnşaat ve yapım işleri (F), Diğer metalik olmayan mineral ürünlerin imalatı (C23) ve Kara taşımacılığı ve boru hattı taşımacılığı (H49) D35 ile birlikte birinci katmanı oluşturuyor. İkinci katmanda, Tekstil imalatı (C13-C15) ve Ana metal sanayi (C24) sektörleri D35’ten en çok etkilenen sektörler olarak yer alıyor. İkinci katman F sektöründen devamla izlendiğinde, etkiler Gayrimenkul hizmetleri (L68), İnsan sağlığı hizmetleri (Q), Kamu yönetimi ve savunma hizmetleri; zorunlu sosyal güvenlik hizmetleri (O84) ve Doğal su; suyun arıtılması ve temini hizmetleri (E36) sektörlerine uzanıyor. İkinci katmandaki Diğer metalik olmayan mineral ürünlerin imalatı (C23) sektörünün etkileri ise Ana metal sanayi (C24), Gayrimenkul hizmetleri (L68) ve İnsan sağlığı hizmetleri (Q) sektörleri üzerinde. Son olarak, Kara taşımacılığı ve boru hattı taşımacılığı (H49) sektörü Gıda ürünlerinin, içecekler ve tütün ürünleri imalatı (C10-C12) ve Taşımacılık için depolama ve destekleyici faaliyetler (H52) sektörlerine yayılıyor.

Özetle, eldeki teorik araçlar ve veri bir arada kullanıldığında, içinde bulunduğumuz durumu kavramak mümkün. Bir şeyin yönetilebilmesi için öncelikle ölçülebilmesi gerektiği düsturunu izlediğimizde, bu çok anlamlı. Peki sonra?

Karbonsuz Ekonomiye Geçişle Gelen Sermaye Âtıllaşması Risklerinin Ölçümü” başlıklı raporda politika yapıcılara önerdiklerimiz (1) sistemik öneme sahip sektörlerin kapsamlı bir analizine yönelmek, (2) fiziksel sermaye âtıllaşmasına açık sektörlerdeki risklerin daha iyi yönetilmesi için yaygın ve sürekli bir işbirliği yapısı oluşturmak, (3) risklerin karar alma modellerine dahil edilmesi yoluyla düşük karbonlu ekonomiye geçiş sürecini sağlam bir patikaya oturtmak şeklinde.

Kaynakça

Kantur, Z., B. Özenç ve M.E. Yücel, “Karbonsuz Ekonomiye Geçişle Gelen Sermaye Âtıllaşması Risklerinin Ölçümü”, SEFiA Raporu.

Özenç, B., 2021, “Türkiye Paris’e Ne Kadar Uzak? Paris İklim Anlaşması’nda çok tartışılan, az bilinen doğrular

Şeren Güler, B., 2021, “Avrupa Yeşil Düzeni: Yeşil Kıtadan Yeşil Dünya’ya Geçiş

Benzer Yazılar

Devam Et >>