Bilindiği üzere, yüzyıl sonu itibarıyla küresel ortalama sıcaklıklardaki artışı 1,50C ile sınırlamaya yönelik çabalar, artık çok daha yaygın bilinen adıyla net-sıfır patikaları altında ele alınıyor. Bugün küresel emisyonların %88’inden sorumlu, küresel gayrisafi hasılanın %92’sini ve nüfusun %89’unu oluşturan 151 ülkenin net-sıfır hedefi olduğunu görüyoruz. Bu 151 ülkenin ancak 78’inde söz konusu hedef kanunlaşmış (27 ülke) ya da bir politika dokümanında yer almış (51 ülke) durumda. Mevcut politika ve eylemlerin bizi 2,70C artışa doğru götürdüğü, açıklanan tüm hedeflerin gerçekleştirildiği iyimser bir senaryo altında bile 1,50C’yi sınırlı bir şekilde açacağımız göz önünde bulundurulduğunda hızlı bir karbonsuzlaşma patikasına zaman kaybetmeden girmemiz gerektiği açıkça ortada.
Karbonsuzlaşma, Yeni Teknoloji ve Sektörler
Küresel emisyonların yaklaşık olarak %70’ine neden olan enerji sektöründe öne çıkan alan elektrik ve ısı üretimi (küresel emisyonların %30’u) olsa da bu alanda çözüm sağlayacak yenilenebilir enerji teknolojilerinin ticari ve rekabetçi olarak piyasada bulunmaları, bu alandaki karbonsuzlaşmayı artık siyasi bir irade gösterilmesine indirgemiş durumda. Enerjinin demir-çelik ve çimento gibi karbon yoğun süreçler içeren imalat sektörlerinde ise karbonsuzlaşma halen büyük oranda yeni teknolojilerin gelişmesine bağlı görünüyor. “Karbonsuzlaşması zor sektörler” olarak adlandırılan bu sektörler inşaat faaliyetleri ile birlikte ele alındığında ulaştırmadan sonra en yüksek üçüncü emisyon kaynağı olarak göze çarpıyor.
Sadece çelik üretimine baktığımızda küresel seragazı emisyonlarının %5’inden sorumlu bir sektör olduğunu görüyoruz. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) ve BM İklim Değişikliği Üst Düzey Şampiyonları tarafından hazırlanan ve yeni yayımlanan The Breakthrough Agenda Report’da ifade edildiği haliyle çelik sektörünün, 2030 yılına kadar emisyonlarını %25 oranında azaltması gerekiyor. Küresel 2050 net-sıfır hedefine ulaşılabilmesi için ise sanayi üretiminin %90’ının 2050 itibarıyla düşük emisyonlu olması gerektiği 2021 yılında IEA tarafından yayımlanan raporda ifade edilmişti.
Çelik sektöründeki karbonsuzlaşma stratejileri ise çeliğin üretim teknolojilerine göre değişiklik gösteriyor. Dünyada çelik üretiminin yaklaşık olarak %30’u elektrikli ark ocakları temelli iken, %70’i ise yüksek emisyonlu BF-BOF temelli yöntemlerle üretiliyor. Elektrikli ark ocakları emisyonları elektrik arzının karbonsuzlaşması ile sıfırlanabilecekken fosil yakıta bağımlı, yüksek emisyonlu üretim süreçlerinin karbonsuzlaşması yakıt ve süreç değişimi gibi daha ileri adımları gerektiriyor.
Net-sıfır hedefleriyle uyumlu bir dönüşüm çerçevesinde çelik endüstrisindeki temiz üretim yöntemlerine geçişte, 2050 yılına kadar 347 metrik ton kömür bazlı kapasitenin emekliye ayrılması veya iptal edilmesi gerektiği, Global Energy Monitor (GEM) tarafından hazırlanan Padle to the Metal 2023 raporunda vurgulanıyor. Aynı zamanda 610 metrik ton elektrikli
ark ocağı kapasitesinin de mevcut filoya eklenmesi gerekiyor. Bu geçişten etkilenmesi ve atıl kalması muhtemel çelik yatırımının toplam değerinin 554 milyar dolar olduğu hesaplanıyor. Söz konusu atıllaşma riskini yönetmek, elektrik üretiminde kömürden çıkış gündeminde olduğu gibi kapsamlı bir planlama ihtiyacını da gündeme getiriyor. Bunun yanında yeni yapılacak yüksek emisyonlu tesislerin de yakın gelecekte atıl varlık olma riski göz önünde bulundurularakyeni yatırım planlarında söz konusu tesislere yer verilmemesi de kilit konulardan biri. Ancak gelişmeler pek de bu yönde değil. IEA raporunda ifade edilen rakamlara göre, mevcut durumda, 114 milyon tonluk geleneksel, yüksek emisyonlu çelik tesisi inşa veya planlama aşamasında bulunurken, 2025’e kadar ise yaklaşık 90 milyon ton yeni yüksek emisyonluyüksek fırının ekleneceği görülüyor.
GEM raporu da çelik sektöründe karbonsuzlaşma çabalarının yetersiz olduğunu doğruluyor. Sıfıra yakın emisyonlu çelik tesis yatırımları için yapılan duyurular geçen yıla göre iki katından fazla artarak 13 milyon tona ulaşmış durumda ancak bu rakamın 2030’a kadar gereken 100 milyon tonun üzerindeki miktarın çok altında olduğu görülüyor. IEA’nın 2021 yılında yayımladığı 2050 net-sıfır senaryosuna göre küresel elektrikli ark ocağı (Electric Arc Furnace-EAF) çelik üretim kapasitesinin payının 2030 yılına kadar %37 ve 2050 yılına kadar %53 olması gerekiyor. Bugün BF-BOF çelik üretiminin ağırlığı göz önüne alındığında, yeni karbonsuzlaşma yatırımları ve EAF tesislerine doğru sınırlı kayış, sektörün bu takvimi yakalayamayacak bir noktada olduğu anlamına geliyor. Bu senaryoda, EAF teknolojisini kullanan çelik kapasitesinin payı %64’e ulaşırken; bazik oksijen fırının payı %36’ya düşmeli ve söz konusu tesislerin tamamı karbon yakalama teknolojilerine sahip olmalı. Ancak Şekil1’de de görülebileceği gibi, 2021’den bugüne açıklanan mevcut yatırım planları çelik üretim kapasitesine 380 Mt BF-BOF kapasitesi ve sadece 286 Mt EAF (%57 BF-BOF ve %43 EAF) ekleyecek. Bu durum da EAF teknolojisini kullanan üretim yüzdesinin 2050 yılına kadar %32’de ve BFBOF’ın ise yaklaşık %68’de kalmasına neden olacak. Dolayısıyla, bu gidişatı değiştirmek için hızlı ve ciddi adımlar atılması gerekiyor.
2050 net-sıfır takvimi ile uyumlu bir çelik sektörü dönüşümü için en temel strateji, mevcut BF-BOF kapasitesini aşamalı olarak devreden çıkarırken geliştirilmekte olan BF-BOF kapasitesinin de atıl varlık riski dikkate alınarak iptal edilmesine dayanmalı. BF-BOF planlarının düşük emisyon alternatifleri olan doğrudan indirgenmiş demir (Direct Reduced Iron – DRI) ve EAF gibi alternatiflerle yer değiştirmesi gerekiyor. Bu spesifik adımların tamamlanabilmesi için ise çerçeve öneriler IEA’nın Breakthrough Agenda raporunda şu şekilde sıralanıyor:
Ortak tanımlar: Çelik sektöründeki geçişe liderlik etmek isteyen hükümetler ve şirketler, düşük emisyonlu ve sıfıra yakın emisyonlu çelik için ortak tanımlar üzerinde anlaşmalı.
Taahhütler daha iddialı hale getirilmeli: Hükümetler ve şirketler, sıfıra yakın emisyonlu çelik tedarik taahhütlerinin kapsamını gelecekteki çelik taleplerinin önemli bir bölümünü kapsayacak şekilde artırmalı.
Stratejik diyalog: Hükümetler, uluslararası pazarlarda sıfıra yakın emisyonlu çelik arzının rekabet edebilir bir şekilde nasıl sağlanabileceği konusunda anlaşmak amacıyla, önde gelen üretici ve tüketici ülkeleri de içerecek şekilde stratejik bir diyalog başlatmalı.
Pilot projeler: Hükümetler ve şirketler, teknoloji paylaşımı yoluyla öğrenme, işletmelerin durumlarının iyileştirilmesi/geliştirilmesi ve politika desteği gibi konularda sağlayacakları uluslararası işbirliği ile tüm büyük çelik üretim bölgelerinde ticari ölçekte birkaç pilot proje belirlemeli.
Fon arayışı: Gelişmekte olan ülkelerin önceliklerine öncülük eden bağışçı ülkeler ve çok taraflı kalkınma bankaları (MDBs – Multilateral Development Banks), yükselen ve gelişmekte olan ülkelerdeki sıfıra yakın emisyon teknolojilerine yönelen sanayi geçişini destekleyen fonları önemli ölçüde artırmalı.
Bu küresel görünüm içerisinde Türkiye’nin durumuna bakıldığında her ne kadar çelik üretiminin, dünyadaki ortalamasının tersine, %70 oranında EAF teknolojisine dayanıyor olması bir avantaj olarak görülse de karbonsuzlaşma konusunda bazıönemli kısıtlarla da karşılaşılıyor. EAF üretiminin ihtiyaç duyduğu hurda çelik hammaddesinin arzına ilişkin yaşanan ve gelecekte de yaşanması muhtemel darboğazlar Türkiye’nin hurda temininde yeni stratejiler geliştirmesini zorunlu kılıyor. Karbonsuzlaşma gündeminin getirdiği EAF talebi ile ülkelerin hurda çelik ihracatı konusunda almaya başladıkları önlemlerin gelecekte artması bekleniyor. Bir yandan hurda çeliğe erişimi artırırken diğer taraftan da halihazırda geridönüşüm oranları oldukça yüksek (%80-90) olan çelik sektöründe, çelik ayrıştırma süreçlerinin iyileştirilmesi yoluyla kullanılan hurda çeliğin saflığını artıracak ve hurda çeliğin kaliteli ikincil el çelik dönüşüm oranını artıracak uygulamaların da hayata geçirilmesi gerekiyor. Demir cevherinden birincil çelik üretimi yapan üreticilerde ise hidrojen gibi alternatif yakıtlara ve düşük emisyonlu DRI teknolojisine geçiş konusunda Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın çalışmaları devam ediyor. Rakamlardan da anlaşılacağı üzere, karbonsuzlaşma sürecinde Türkiye, küresel olarak dikkat çekilen atıl varlık riskine en düşük seviyede maruz kalıyor ancak bu avantajını sürdürebilmesi için bir yandan EAF altyapısını besleyen elektrik arzını karbondan arındırması diğer taraftan da teknolojik dönüşümü hızlandırarak yeni yatırımlarını düşük karbonlu seçeneklerden yana kullanması gerekiyor.