Üç hafta süren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı (COP 27) maratonumuzun sonuna geldik. Bu sayıda, COP 27’nin sonuçlarını değerlendiriyoruz. Kayıp-hasar finansmanı ve emisyon azaltım tartışmalarına ek olarak Türkiye’nin güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’nı da içeren değerlendirme yazımıza yer veriyoruz. Öne çıkan diğer gelişme ve raporları derliyoruz.
Kayıp ve Zarar Fonu: Gelişmiş ülkeler, iklim kaynaklı fırtınalar, seller, kuraklıklar ve orman yangınlarından “kayıp ve zarar” gören gelişmekte olan ülkelere finansman sağlamak için bir fon kurmayı ilk kez kabul etti.
- Belirsizlikler: Müzakerelerin göze çarpan başarısına rağmen, fonun nasıl sağlanacağı, yönetileceği ve fondan hangi ülkelerin faydalanacağına ilişkin ayrıntılar netleştirilmedi.
Fosil Yakıtlar: COP 27 sonuç metni, hem daha iddialı iklim hedefleri belirlemede hem de kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların kullanımını azaltarak iklime zarar veren emisyonları dizginlemede başarısız olduğu için ağır şekilde eleştirildi.
- Fosilden çıkışa yer yok! Açılış konuşmalarından nihai anlaşmanın duyurulmasına kadar, yakın gelecekte fosil yakıtların kullanımından çıkış değerlendirmeye alınmadı. Fosil yakıtı aşamalı olarak sonlandırmak amacıyla COP 26’da kurulan birlikler, bu yıl Ukrayna savaşının neden olduğu enerji krizinin ortasında yeni üyeler bulmakta zorlandı.
Uyum: Gelişmekte olan ülkeler, iklim krizinin yıkıcı etkilerine karşı daha dirençli hâle gelebilmek için –taşkın savunmaları inşa etmek, sulak alanları korumak ve ormanları yeniden büyütmek gibi önlemler– fon bulmakta zorlanıyor.
- 20 milyar dolar: Gelişmiş ülkelerin 2020’den itibaren gelişmekte olan ülkelere 100 milyar dolar sağlama sözü hâlâ yerine getirilemedi. Sağlanan yaklaşık 90 milyar doların yalnızca yaklaşık 20 milyar doları adaptasyona ayrılıyor.
- Daha fazla fon: Glasgow’da uyum için ayrılan fonun ikiye katlanması kabul edilmişti. bu taahhüt, COP27’de tartışmalara rağmen korundu.
Finans Sistemi: COP27’de, iklim finansmanı bulmakta zorlanan uluslararası finansal mimarinin elden geçirilmesi çağrısında bulunuldu. İklim müzakerelerinin pek çok takipçisi, Dünya Bankası Grubu gibi çok taraflı kalkınma bankalarının ve diğer uluslararası finans kuruluşlarının reformunu, vaat edilen miktarlarla sağlanan miktarlar arasındaki farkı kapatmak adına çok önemli bir noktada görüyor.
COP 27 Çıktıları ve Türkiye’nin Konumu
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı (COP 27), Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde 6-18 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirildi. Konferans, geçtiğimiz yıl Glasgow’da düzenlenen COP 26’nın taahhütlerinin güçlendirilmesi ve gerçekçi eylem planlarına dönüştürülmesi hedefiyle ve “Uygulama Konferansı” (Implementation COP) mottosuyla başlamıştı. Afrika kıtasında gerçekleşmesi nedeniyle de bölgenin iklim krizi karşısındaki hassasiyetlerini vurgulaması bekleniyordu.
Peki COP 27’nin ardından, tartışmalarda ve sonuç metninde öne çıkan gelişmeler neler oldu? COP 27 sonuç metni ve Türkiye’nin konferanstaki konumu nasıl değerlendirilmeli?
İklim kriziyle mücadele ve dünyanın ataleti
Bugün 3 milyondan fazla kişi, iklim kaynaklı afetler karşısında risk teşkil eden bölgelerde yaşıyor. Tüm ekosistemin sürdürülebilirliği bulaşıcı hastalıklar, iklim göçleri ve gıdaya erişim gibi başlıkları da içeren çok daha kapsamlı bir tehditle karşı karşıya. COP 26’dan bu yana güncellenen taahhütler, 2030 yılı için öngörülen sera gazı emisyonlarının yalnızca %1’inden daha az emisyon azaltımına işaret ederken küresel ısınmanın 1,5°C ile sınırlandırılması için %45’lik bir emisyon azaltımına ihtiyaç duyuluyor. Bu durum, iklim kriziyle mücadelenin aciliyetini ve bu aciliyet karşısında dünyanın ataletini ortaya koyuyor.
İklim taahhütleri, Dünya’yı bu yüzyılın sonuna kadar 2,4 – 2,6°C’lik sıcaklık artışıyla karşı karşıya bırakıyor. Konferans süresince açıklanan raporlar ise içinde bulunduğumuz duruma dair çok daha somut bir çerçeve sunuyor: (i) Mevcut emisyonlar bildiğimizden çok daha yüksek seviyede seyrediyor ve (ii) iklim finansmanı, ihtiyaçların gerisinde kalırken iklim adaletini de gözetmiyor.
COP 27, iklim kriziyle mücadelede beklentileri karşıladı mı?
Tüm bu gerçekleşmeler, iklim hedeflerini daha ileriye taşıması adına, COP 27’ye önemli bir misyon yüklerken; hem konferans gündeminde hem de konferans sonuç metninde iklim kriziyle mücadelede ilgili boşlukları dolduran ve çok daha iddialı-kapsayıcı hedeflerin yer alması bekleniyordu. Fakat son bir yılda Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, gıda ve enerji fiyatlarındaki artış ve tedarik zincirlerinde yaşanan aksaklıklar gibi iklim gündeminin de seyrini belirleyen gelişmelerin etkisiyle; COP 27 öncesi ve sırasında, iklim krizi karşısında kırılgan ülkelere finansman sağlanması – azaltım başta olmak üzere diğer önemli meselelere kıyasla– ana gündemde çok daha yoğun biçimde yer aldı. COP 27’nin başarısı, iklim krizi karşısında savunmasız birçok ülke için, bu konuda atılacak adımlar oranında değerlendirildi.
Peki bu kapsamda, finansman sağlanması için alınan kararlar tek başına yeterli mi? COP 27, küresel iklim gündemini ne kadar ileriye taşıdı?
Kayıp-hasar fonu mekanizması kuruldu
Gelişmiş ülkelerin endüstriyel faaliyetleri sonucu sıcaklık artışlarına diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha çok katkı sağlaması, buna karşılık iklim felaketleri karşısında en kırılgan ülkelere tazminat ödemeye isteksiz olmaları, “kayıp-hasar finansmanı” başlığı altında ele alınan ve iklim adaletiyle oldukça ilişkili bir tartışma. 1990’lardan bu yana gelişmekte olan ülkeler tarafından gündeme getirilen kayıp-hasar finansmanı, gelişmiş ülkelerin COP 26’da kayıp-hasar finansmanı mekanizmasının kurulmasını reddetmesinden bu yana çok daha yüksek bir sesle gündeme getiriliyor. Bu meseleyi COP 27 gündemine taşıyan iki öncelikli gelişmeden bahsetmek mümkün: Bunlardan ilki, yukarıda bahsedildiği gibi gelişmiş ülkelerin 2009’da Yeşil İklim Fonu altında, 2020’den itibaren iklim krizi karşısında kırılgan ülkelere yıllık 100 milyar dolar sağlamak üzere verdiği sözü hâlâ yerine getirmemesi. İkincisi ise iklim krizi karşısında savunmasız ülkeler arasında yer alan Pakistan’ın yıl içinde binden fazla kişinin hayatını kaybettiği sel felaketi sonrasında topraklarının üçte birinin sular altında kalması ve hasarın maddi boyutlarının 30 milyar dolara ulaşması.
COP 27 süresince ana gündem maddesi hâline getirilen bu tartışmayı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin iki farklı biçimde ele aldığını söylemek mümkün: Gelişmekte olan ülkelerin COP 27’deki talepleri, açık bir biçimde, kayıp-hasar için ödeme yapacak bir finansman mekanizması oluşturulmasında ortaklaşırken, gelişmiş ülkelerin konferans süresinceki söylemleri ise, söz konusu finansman olduğunda –jeopolitik gelişmelere ve güvenlik gerekçesine dayanarak– fosil yakıt bağımlılığının azaltılması konusunda yoğunlaştı. Böylece yeni bir fon daha kurulmasındansa mevcut fonların kullanımı üzerine tartışmalar öne çıkarıldı. Yeni bir fon kurulması ve buraya nakit akışı sağlanmasının zaman alacağı dile getirildi.
- Kayıp-hasar finansmanı tartışmalarının seyri: Kayıp-hasar finansmanının, COP 27’nin ilk gününde çetin bir tartışma ile resmi gündeme dâhil edilmesi, başta Almanya, Belçika, Avusturya ve İrlanda olmak üzere ülkelerin fon için –sembolik de olsa– finansman sağlamaya başlaması ve Avrupa Birliği’nin (AB) kendi adına kayıp-hasar fonunu kurduğunu duyurması olumlu gelişmeler olarak yorumlandı. Öte yandan, Endonezya’daki G 20 Zirvesi’nde verilen iklim krizi ile mücadelede birlik mesajları da fon kurulumu başta olmak üzere iklim hedeflerinin korunmasına destek sağlayacağı şeklinde değerlendirildi. Fakat ilerleyen süreçte fon tartışmalarının seyri de fazlasıyla eleştirildi.
- “Yanlış bir karar vermektense karar vermemek daha iyidir.” Konferansın taslak sonuç metninin yayımlanmasının ardından, kayıp-hasar finansman mekanizmasının ayrıntılarına dair belirsizlikler ve emisyon azaltımı gibi diğer önemli başlıklarda iddialı hedeflerin ortaya konulmaması eleştirildi. Sonuç metni üzerine çalışmalar gecikip konferans iki gün daha uzarken; AB tarafından, Glasgow’daki sonuçların gerisinde kalınmaması ve gerekirse yeni bir karar almamanın yanlış karar alacak olmaktan daha iyi bir seçenek olacağı belirtildi.
- Kayıp-hasar fonu mekanizması kuruldu: Yoğun tartışmaların sonunda, yayımlanan nihai sonuç metninde özel bir kayıp ve hasar fonu oluşturulması kararı verildi. Fakat fona kimin ödeme yapması gerektiği, hangi ülkelerin fondan yararlanabileceği ve ne kadar ödeme yapılacağı gibi çoğu önemli kararın alınması gelecek yıla bırakıldı. Öte yandan bu kararın mevcut fonlama çabalarıyla çakışıp çakışmayacağı ve diğer fonların akışını nasıl etkileyeceği de ayrıca belirsizliğini koruyor.
Fosilden çıkış gündemi nerede?
Kayıp-hasar fonunun kurulması, iklim adaletinin kurumsallaşması bağlamında, simgesel ve siyasi bakımdan önem arz ediyor. Hatta fon üzerinde anlaşmaya varılması, özellikle gelişmiş ülkeler tarafından, Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana elde edilen en büyük kazanç olarak yorumlanıyor. Fakat zirvede fosil yakıt kullanımının azaltımına dair herhangi bir taahhüte yer verilmemesi de COP 27’nin tüm kazanımlarının sorgulanmasını beraberinde getiriyor.
Fosilden çıkış gündeminin geri plana atılmasının ardında güncel jeopolitik ve ekonomik gelişmeler önemli pay sahibi. Enerji krizi ile birlikte AB üye ülkelerinin gündeminde Rusya menşeli doğal gaz kullanımını azaltmak var. Tarihsel emisyonlarda en yüksek pay sahibi iki ülke, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki siyasi gerilim de iklim taahhütlerinin somutlaşmasında engel teşkil ediyor. Bu durum, emisyon taahhütlerini güçlendirmektense iklim adaleti odağında bir fon mekanizması kurulmasının daha makul/yapılabilir bir hedef olarak görülmesine yol açıyor. Gelişmekte olan ülkelerin öncelikli problemlerini işaret etmesinden dolayı da, bu ülkeler özelinde,emisyon tartışmalarına ket vurulmasına neden oluyor. Acil ve hızlı emisyon azaltım taahhütleri geri planda kalıyor. Bir diğer taraftan, AB’nin emisyonlarını 2030’a kadar %55 indirme hedefini %57’ye yükseltmesi gibi iklim hedeflerini iyileştirmeye yönelik çabaların da kısa vadede tartışmasız etkili olan enerji arz güvenliği kaygılarının, orta uzun vadede enerji dönüşümünü güçlendirdiğinin de altını ayrıca çizmek gerek.
- Fosilden yakıt kullanımından çıkış, karşılık bulmuyor: Konferansın ikinci haftasında Hindistan’ın sadece kömür değil, tüm fosil yakıtların kullanımının azaltılmasına yönelik talebi, AB dâhil olmak üzere 80 ülkenin de desteğini alarak, tartışma gündeminde ciddi ses getirdi. Fakat bu talep, COP 27 sonuç metninde bir karşılık bulmadı. Suudi Arabistan, İran ve Rusya başta olmak üzere petrol ticareti yapan ülkelerin müdahaleleri ve COP 26 ile kıyaslandığında, fosil yakıt lobicilerinin sayısında %25 artış olması bu durumun ardındaki öncelikli faktörler olarak değerlendiriliyor.
- 1,5 derece hedefinin gerisinde: COP 27’nin çıktıları, Paris Anlaşması’nın yüzyıl sonunda sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlama hedefinin oldukça gerisinde kalıyor. Konferansın başından bu yana gündeme getirilen harekete geçme konusunda geç kalındığı ve çok daha agresif önlemler alınması gerektiği vurgusuna cevap vermiyor. COP 27’nin taahhütlerin tamamının tutulması ve hayata geçirilmesi durumunda dâhi küresel ısınma ancak 1,8 derece ile sınırlandırılıyor.
- “Düşük karbonlu enerji” Ayrıca COP 27 sonuç metninde “fosil yakıt kullanımından çıkış” ifadesi yerine “azaltım” vurgusunun sürdürülmesi ve “düşük karbonlu enerji” kapsamında doğal gaz kullanımına açık kapı bırakılması da öne çıkan bir diğer önemli tartışma alanı.
Bu noktada COP 27, gerek kullandığı dil gerekse tüm fosil kaynakların kullanımına son verilmesi gibi iddialı ve iklim gündemini ileriye taşıyacak başlıkları yok sayarak Glasgow’un gerisinde kalıyor. COP 27’nin iklim krizinde “uyum” üzerine COP 26’yı aşacak daha iddialı hedefler sunmaması bir kayıp olarak değerlendiriliyor.
Fosil yakıt kullanımı söz konusu olunca, eleştirilerin odağında yer alan sadece petrol ticareti gerçekleştiren ülkeler değil. Her ne kadar fosil kaynakların değil emisyonların hedef alınması gerektiğini vurgulayan Suudi Arabistan öne çıksa da AB de hem iklim hedeflerinde öncü hem de fosil yakıt bağımlılığını azaltmak üzere gaz anlaşmaları yapan ikircikli konumuyla eleştirilerilerin merkezinde bulunuyor. Aciliyetler karşısında emisyon hedeflerinin göz ardı edilmesi, böylece meseleyi gelişmiş-gelişmekte olan ikileminden öte bir petrol üreticisi Batılı ülkeler ve OPEC ülkeleri mücadelesine çeviriyor.
Öte yandan, bu alandaki bir diğer önemli gelişme de finansal araçların iklim kriziyle mücadelede oyuna daha fazla dâhil edilmesi.Sharm el-Sheikh Uygulama Planı (Sharm el-Sheikh Implementation Plan) çok taraflı kalkınma bankalarının ve uluslararası finansal kuruluşların iklim hedefleriyle uyumlu biçimde finansman sağlama süreçlerine dahil olması yönünde çağrıda bulunuyor. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi kuruluşların “borçlanma dışı” araçlarla iklim finansmanını daha harekete edebilir hâle getirmesi hedefleniyor.
Türkiye, COP 27’yi nasıl değerlendirdi: Artıştan azaltım!
Türkiye ise COP 27 gündemine, açıkladığı güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı (NDC) ile dâhil oldu. Türkiye, yeni hedefleri kapsamında, 2038’de emisyonların tepe noktasına ulaşacağını ve 2030 yılı için azaltım hedefini %41’e yükselttiğini açıkladı.
- Önceki hedef neydi? Türkiye’nin 2015 tarihli (i)NDC’sinde, 2030 yılına kadar hiçbir önlem alınmadığı durumda sera gazı salımının 1.175 MtCO2e’ye ulaşması, fakat alınacak önlemlerle 929 MtCO2e’ye düşürülmesi hedefleniyordu.
- Şimdiki hedef ne gösteriyor? COP 27’de açıklanan hedefte ise 2030 için açıklanan 500 MtCO2e indirme hedefi ile –önceki baz senaryoda olduğu gibi– Türkiye’nin emisyonlarının 1.175 MtCO2e’ye yükselmesinin öngörüldüğü ve alınacak önlemlerle 700 MtCO2e seviyesine indirileceği belirtiliyor.
Türkiye potansiyelini değerlendiremiyor ve net sıfır hedeflerinin maliyetini artırıyor
2020 yılı emisyonları 524 MtCO2e olarak kaydedilirken, ulusal katkı beyanındaki referans senaryo emisyonların yılda ortalama %8,4 artışla 1.175 MtCO2e’ye çıkacağını söylüyor. Bu durum, emisyonların önümüzdeki 10 yıl içinde iki katından fazla artması anlamına gelirken azaltım senaryosu altında bile 2020 yılına göre %33’lük bir artış öngörüldüğü anlaşılıyor. Öte yandan, 2038’de emisyonların en yüksek seviyesine çıkması da yaklaşık %47 artışa işaret ediyor. 2038’deki tepe noktasından 2053 net sıfır hedefine erişilmesi için takip eden 15 yılda yıllık ortalama %13’lük bir azaltım sağlanması gerekiyor.
Türkiye, azaltım hedeflerini en güncel verileri gözeterek oluşturmadığı ve artıştan azaltım yapmayı tercih ettiği için gerçekçi bir hedef ortaya koyamamış oluyor. 2053 net sıfır hedefi ile değerlendirildiğinde 2038’de emisyonlarını yaklaşık 800 milyon tona çıkaracak Türkiye’nin 15 yıl içinde net sıfıra ulaşması da imkânsız olarak değerlendiriliyor. Böylece, 2053 net sıfır hedefinin gerçekçiliği de tartışmaya açık hâle geliyor. Emisyon azaltımının bu şekilde zorlaştırılması, diğer bir taraftan da karbonsuzlaşmanın doğrudan ve dolaylı maliyetlerini de artırıyor.
Zirvede 40’tan fazla ülke kömürden çıkış sözü verirken Türkiye’nin kömür kullanımının kısıtlanmasına dair herhangi bir açıklaması bulunmuyor. Oysa, geçtiğimiz yıl Paris Anlaşması’nın tarafları arasına katılan ve 2053 için net sıfır karbon hedeflemesi yaptığını duyuran Türkiye’nin karbonun fiyatlandırılması ve kömür teşviklerinin kaldırılması gibi belirli politika araçlarıyla 2030’da kömürden çıkması mümkün. Güçlü bir 2030 iklim hedefi verilerek –%35 mutlak azaltım ile– emisyonların mevcut seviyesinden 340 milyon ton karbondioksit eşdeğeri seviyesine –açıklanan güncellenmiş hedefin neredeyse yarısı– indirilebileceği ve daha gerçekçi bir patika ile 2053 net-sıfır hedefinin yakalanabileceği de ortaya konuyor.