Search
Close this search box.
İklim Gündemi

SEFiA İklim Gündemi #42: Doğrudan hava yakalama teknolojilerinin geleceği

2024-bulten-web-42-1200x720

Bu sayıda dünyanın en büyük doğrudan hava yakalama teknolojili tesisi Mammoth’u mercek altına alıyoruz. Doğrudan hava yakalama teknolojilerinin geleceğini değerlendiriyoruz.

Yorum ve geri dönüşlerinizi bekliyoruz!

Keyifli okumalar,

Türkiye’de güneş enerjisi kurulu gücü Nisan 2024’te rekor bir kapasite artışı ile (bir önceki aya göre 1,3 gigavat artış) 13,9 gigavata ulaştı. Lisanssız Elektrik Üretim Yönetmeliği’ndeki değişik söz konusu artışta önemli rol oynadı.
  • Arka plan: Yeni yönetmelikle, lisanssız elektrik üretim tesisleriyle tüketim tesislerinin aynı dağıtım lisansı bölgesinde bulunması kısıtı kaldırılmıştı.
  • Öte yandan: Küresel enerji düşünce kuruluşu Ember’in raporuna göre güneş ve rüzgârdan elde edilen elektrik oranlarındaki artış, 2023 yılında dünyada elektrik üretiminde yenilenebilirin payının ilk kez %30’u geçmesini sağladı. Türkiye ise, 2023 yılında elektriğinin %42’sini yenilenebilir enerjiden üreterek küresel ortalamanın üstüne çıktı.
 
İthal kömür, Türkiye’de 2023 yılında elektrik üretiminde kullanılan birincil enerji kaynakları arasında en büyük paya sahip kaynak oldu ve elektrik üretiminin %22,3’ünü sağladı. Hidroelektrik dışı yenilenebilir enerji kaynaklarının (güneş, rüzgar, biyokütle ve jeotermal) payı ise %22,4’te kaldı. 2024 yılının ilk çeyreğinde de elektrik üretiminin %23’ü ithal kömürle çalışan termik santralle tarafından sağlandı.
  • İthal kömürle çalışan santraller: Türkiye’deki çevre ve iklim örgütleri tarafından hazırlanan ‘‘Karbon Nötr Türkiye Yolunda İlk Adım: Kömürden Çıkış 2030’’ raporu, yüksek marjinal maliyetleri nedeniyle, bir karbon fiyatlandırma mekanizması uygulanması durumunda ithal kömürle çalışan termik santrallerin devreden çıkacak ilk santraller olduğunu ortaya koyuyor. Raporda yer verilen kömürden çıkış senaryosunda, 2021-2035 yılları arasındaki dönemde, elektrik üretiminde yerli kaynakların payı %51,3’ten %73,6’ya yükseliyor. Olağan senaryoda ise yerli kaynakların (yenilenebilir ve yerli kömür) payı 2035 yılında ancak %59,2’ye ulaşabiliyor.
 
Avrupa Birliği ülkelerinin elektrik üretiminde fosil yakıtların payı, Nisan 2024’te ilk kez %25’in altına düştü. Bu dönemde, rüzgâr ve güneşin elektrik üretimindeki payı ise %34 seviyesinde gerçekleşti. Kömürden elektrik üretimi ise bu sepete sadece %8,6 ile dâhil oldu.
  • Kömür: Kömürden elektrik üretimi, bir önceki yılın nisan ayına göre %30 geriledi ve AB ülkelerinin enerji sepetine sadece %8,6 ile dâhil oldu.
  • Bir adım geriden: Geçen yıl AB’nin elektrik üretiminin %33’ü fosil yakıtlar kullanılarak yapılmış, üretimde güneş ve rüzgarın payı da %27 ile rekor seviyeye çıkmıştı.
 
İklim kaosunun finansmanı üzerine yapılan araştırma, dünyanın en büyük 60 bankasının 4.200’ü aşkın fosil yakıt şirketine, Paris Anlaşması’ndan bu yana yaklaşık 6,9 trilyon dolarlık doğrudan kaynak yarattığını ortaya koyuyor. Bu miktarın yaklaşık yarısı fosil yakıt gelişiminde kullanılıyor.
  • İlk üç banka: 2016-2023 yılları arasında fosil yakıt endüstrisine en çok kaynak sağlayan ilk üç banka sırasıyla JPMorgan Chase (431 milyar dolar) , Citigroup (396 milyar dolar) ve Bank of America (333 milyar dolar) oldu.
  • Bir adım geriden: Paris müzakerelerinin ardından toplam 196 ülke küresel ısınmanın tehlikelerine karşı önlem almak amacıyla karbon emisyonlarını azaltma hedefi koymuş, küresel sıcaklık artışının 1,5 derecede sınırlandırılması kabul edilmişti.
 
Aon’un yayımladığı Küresel Doğal Afetler Raporu’na göre 2024 yılının ilk çeyreğinde meydana gelen önemli afetler nedeniyle toplam ekonomik kayıplar 45 milyar doların üstüne çıktı.
  • Aşırı hava olayları: Japonya’daki Noto Depremi, en çok ekonomik kayba neden olan afet olarak gösterilirken onu ABD, Çin, Japonya ve Kanada’daki insan faaliyeti kaynaklı aşırı hava olayları izledi.
  • Sigorta kayıpları: Küresel sigorta kayıplarının en az 17 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. ABD’deki şiddetli fırtınalar ve kış şartları, ilk çeyrekte küresel sigortalı hasarların çoğunu oluşturdu.

Karbon yakalama hizmeti sağlayıcısı İsviçre merkezli Climeworks, doğrudan hava yakalama teknolojisine (direct air capture) sahip olan ve dünyanın en büyük karbon yakalama tesisi olarak değerlendirilen yeni projeleri Mammoth’un İzlanda’da faaliyete geçtiğini duyurdu.

Peki bu tesis nasıl çalışıyor? Tesisin avantajlarını ve iklim krizi karşısındaki konumunu nasıl değerlendirmek gerekir?

Mammoth nedir ve nasıl çalışır?
Climeworks, ikinci ticari doğrudan hava yakalama teknolojisi projesi olan Mammoth’un inşaatına Ocak 2022’de başladı. 18 ay içinde inşaatı tamamlanan tesis, bugün %90 kapasite ile çalışır hâlde ve toplam 72 kolektör konteynerinden on ikisinin sahada kurulmasıyla ilk karbondioksit yakalama işlemini de gerçekleştirdi. Firmanın bu alandaki ilk projesi olan ve 2021 yılında faaliyete geçen Orca’dan 10 kat daha fazla karbon yakalama kapasitesine sahip Mammoth’un yılda 36.000 ton karbondioksit (8-9 bin benzinli aracın bir yıldaki karbon salımı) yakalaması öngörülüyor.

  • Nedir? Doğrudan hava yakalama, kimyasallar kullanarak havadan karbonu filtreleyen bir teknoloji. Filtreleme sonrasında yakalanan karbon yer altında depolanabiliyor, yeniden kullanılabiliyor ve katı ürünlere dönüştürülebiliyor.

Climeworks, Mammoth ile yakaladığı karbonu yer altında depolamayı ve kalıcı olarak hapsetmeyi planlıyor. Firma, Kenya ve ABD’de yer alan sıradaki doğrudan karbon yakalama projeleri ile 2030’a kadar yılda 1 milyon ton, 2050’ye kadar da yılda 1 milyar ton karbon yakalamayı hedefliyor.

Mammoth, eleştirilere maruz kalıyor 
Doğrudan hava yakalama teknolojisi, iklim aciliyeti karşısında, hükümetler ve özel sektör tarafından önemli bir eşik olarak değerlendiriliyor. Fakat söz konusu karbon yakalama teknolojileri bir diğer taraftan taşıdığı belirsizlikler ve ekolojik riskler (güvenli depolama sorunları, enerji yoğun olması ve ekonomik olarak uygulanabilir olmaması) nedeniyle de eleştiriliyor.

Yetersiz kapasite: Karbon yakalama teknolojilerinin tarihsel gelişimi, son dönemdeki tüm gelişmelere rağmen sınırlı bir hacmi işaret ediyor. Karbon yakalama, depolama ve kullanma (carbon capture, utilisation and storage – CCUS) teknolojilerinin mevcut karbon yakalama kapasitesi –45 Mt karbondioksit ile– toplam küresel emisyonların ancak %0,1’ine denk geliyor. Doğrudan hava yakalama teknolojisi, tüm karbon yakalama teknolojileri içinde daha da küçük bir paya sahip.

Bu alandaki en büyük proje olan Mammoth ile yıllık 36.000 ton karbondioksit (yaklaşık olarak 8-9 bin benzinli aracın bir yıldaki karbon salımı) yakalanması hedefleniyor (toplam CCUS kapasitesinin %0,08’i). Oysa Uluslararası Enerji Ajansı’nın (International Energy Agency – IEA) Net-Sıfır Senaryosu’na göre karbon yakalama kapasitesinin 2030 yılında 1000 Mt karbondioksiti aşması gerekiyor (mevcut CCUS kapasitesinin yaklaşık 23 katı). Doğrudan hava yakalama teknolojisi henüz yolun çok başında olan bir teknoloji. Yine IEA verilerine göre 2022 yılı itibarıyla, planlanan tüm doğrudan karbon yakalama projelerin devam etmesi ve tam kapasitede çalışması hâlinde, toplam kapasite 2030 yılına kadar yaklaşık 3 Mt karbondioksite ulaşıyor. Bu rakam, bugünkü yakalama oranının 500 katından fazla. Fakat Net-Sıfır Senaryosu ile aynı yolda ilerlemek için gereken 80 Mt karbondioksitin %5’inden bile daha az.

Güvenlik açığı: Yakalanan karbondioksitin uygun bir jeolojik sahada kalıcı bir biçimde depolanması gerekiyor. Fakat bu jeolojik sahalarda bir kaçak yaşanmayacağının garantisi bulunmuyor ve depolanan karbondioksitin yıllarca takip edilmesi de bir gereklilik.

Climeworks, Mammoth ile yakaladığı karbonu (karbon kullanımının sürekliliğini destekleyen) geliştirilmiş petrol üretimi için kullanmayacağını ve yer altında kalıcı olarak depolayacağını belirtiyor. Öte yandan tesis, karbondioksit filtreleme işlemi için gerekli olan ısıyı daha az karbon salımı ile gerçekleştirmek üzere İzlanda’da jeotermal enerji bakımından zengin bir bölgede (Hellisheidi) konumlanıyor. Fakat bu bölge aktif bir yanardağdan sadece 31 mil uzaklıkta ve karbon depolama işlemi bakımından riskli olarak değerlendiriliyor. Söz konusu jeolojik sahanın güvenliğinden kimin sorumlu olduğu da bir diğer belirsizlik unsuru olarak öne çıkıyor.

Ekonomik olarak rekabetçi değil: Karbon yakalama teknolojilerinin yaygınlaşamamasının önündeki en büyük engeli, ticarileşememeleri oluşturuyor. Bu teknolojiler, rüzgâr ve güneş ile özellikle maliyetler bakımından rekabet edecek seviyeye ulaşamıyor. Mammoth için ton başına karbondioksit yakalama maliyeti şu anda yaklaşık 1.000 dolar seviyesinde seyrediyor. Modüler bir yapıya sahip olan Mammoth’un 2030’a kadar kurulacak ek ünitelerle bu maliyetin ton başına 300 dolara düşmesi bekleniyor. Oysa projenin ekonomik olarak uygun hâle gelebilmesi için maliyetin 100 doların altına düşmesi gerektiği belirtiliyor.

Doğrudan hava yakalama teknolojisinin geleceği
Gelişmekte olan doğrudan hava yakalama teknolojisi projeleri incelendiğinde, Mammoth’un lider konumunun kısa bir süre için geçerli olacağı anlaşılıyor. Gelecek yıl, petrol şirketi Occidental Petroleum’un bir yan kuruluşu, ABD’de yılda 500.000 Mt karbondioksit (yaklaşık olarak 120 bin benzinli aracın bir yıldaki karbon salımı) yakalayabilecek bir tesisi faaliyete geçirmeyi planlıyor. Yine Climeworks, Louisiana’da 2030 yılına kadar yılda 1 milyon ton karbondioksit (yaklaşık olarak 238 bin benzinli aracın bir yıldaki karbon salımı) yakalayacağını söylediği başka bir tesis kurmayı hedefliyor.

Mammoth’un başarılı bir örnek sunmasına karşılık, doğrudan hava yakalama teknolojilerinin geleceği yetersiz kapasite, güvenlik açığı ve ekonomik olarak rekabetçi olmamasından ötürü tartışmaya açık hâle geliyor. İklim aciliyeti karşısında kararlı ve iddialı hedefler benimsemek gerekirken, karbon yakalama teknolojileri sektör önceliklendirmesi yapmıyor. Karbon yakalama, ayrıştırma ve depolama işlemleri önemli ölçüde zaman, emek ve çok daha fazla enerji gerektiriyor. Bu durum fosilden çıkış politikalarının geciktirilmesine de özellikle neden oluyor. Geleceği belirsiz ve iklim aciliyetini geciktiren karbon yakalama teknolojilerinin içinde çok küçük bir paya sahip bu teknolojiler üstüne yoğunlaşmak yerine, tarihsel olarak çok daha önden ve hızlı biçimde yol kat etmiş, rüzgâr ve güneş gibi temiz kaynakların kullanımını önceliklendirerek, fosil yakıt payını daha erken aşamada azaltmak mümkün.

Benzer Yazılar