İçindekiler
- ABD'nin iklim politikaları neden önemli?
- Daha çok fosil yakıt üretimi ve iklim programlarının ortadan kaldırılması
- Trump'ın göreve geldiği ilk gün imzaladığı başkanlık kararnameleri
- Söz konusu başkanlık kararnamelerinin olası etkileri
- Trump'ın önünde de siyasi ve ekonomik engeller bulunuyor
- Sonuç yerine
Donald Trump, 20 Ocak 2025 Pazartesi günü Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 47. Başkanı olarak görevine başladı. Başta ekonomi, dış politika ve çevre olmak üzere, birçok başlık altında başkanlık kararnameleri yayınladı. Trump’ın aldığı ilk kararlar ve yemin töreninde yaptığı açıklamalar tüm dünyada yeni, oligarşik bir dönemin başlangıcı olarak yorumlanıyor. Seçim dönemi boyunca Trump’ın yenilenebilir enerji ve iklim politikaları alanında Biden döneminin tüm kazanımlarını geriye döndürmeye yönelik açıklamaları takip edildi, değerlendirmeler yapıldı. Fakat artık ABD’nin iklim alanındaki agresif uygulamalarının hayata geçirildiği ve hem fosil yakıt endüstrisinin hem iklim hareketinin reaksiyonlarının tartışmaya açıldığı bir dönemin resmen içindeyiz.
ABD’nin iklim politikaları neden önemli?
Trump, seçmenlerini ülkenin karmaşık problemlerini sıra dışı gözüken politikalarla aşabileceğine inandırsa da 2024 küresel olarak kayıtlara geçen en sıcak yıl ve ortalama küresel sıcaklığın sanayi öncesi seviyenin 1,5 derece üstüne çıktığı ilk takvim yılı olarak teyit edildi ve yıl boyunca günlük, aylık ve yıllık sıcaklık rekorları belgelendi. ABD, Çin’le birlikte tarihsel emisyonlardan en yüksek derecede sorumlu iki ülke arasında yer alıyor ve 2024 yılı itibarıyla da küresel emisyonların %13’ünden sorumlu. Fakat Trump, hem iklim aciliyeti hem de ülkenin emisyonlardaki tarihsel sorumluluğuna karşılık, ikinci döneminde enerji bağımsızlığı adına hidrokarbon çıkarımına öncelik vereceğini yemin törenindeki “drill baby drill” sözleriyle de açıkça belirtiyor. Atacağı adımlar, ülkenin iklim değişikliğiyle mücadeledeki en büyük kamu yatırımı Enflasyonu Azaltma Yasası’nın (The Inflation Reduction Act – IRA) 2050 yılına kadar 5 trilyon doların üstüne sağlayacağı küresel ekonomik faydadan ve küresel iklim diplomasisinde üstlendiği öncü rolden vazgeçeceği anlamına geliyor.
ABD’nin iklim politikası kararları, öngörülemezliği ve taşıdığı büyük etki nedeniyle, önceki döneme kıyasla çok daha büyük önem arz ediyor. Gelişmelerin ulusal düzeyin ötesinde tüm dünyadaki etkisi, özellikle başta Avrupa Birliği ve Çin olmak üzere birçok ülkedeki siyasi dönüşüm çerçevesinde daha karmaşık bir hâl alıyor. İklim politikaları azaltım, uyum ve finansman alanlarındaki eksikliklerine/ihtiyaçlarına ek olarak yeni dönemde ABD’nin manevralarına karşı da yeni bir testle karşı karşıya. Fakat Trump’ın iklim hedefleri karşısında kayda değer bir direniş olduğunun ve önünde türlü siyasi/ekonomik engeller bulunduğunun da ayrıca belirtilmesi gerekiyor.
Bu yazı, ikinci Trump döneminin ilk uygulamalarına ve söz konusu uygulamaların iklim-çevre hareketi üstündeki olası etkilerine dair yorumları derliyor. Önümüzdeki dönemde iklim politikaları gündemi takibine yönelik çıkarımlar sunmayı hedefliyor.
Daha çok fosil yakıt üretimi ve iklim programlarının ortadan kaldırılması
Donald Trump, göreve gelir gelmez yayınladığı başkanlık kararnameleriyle federal kurumları fosil yakıtların yanı sıra jeotermal, hidroelektrik, biyoyakıtlar, kritik mineraller ve nükleer enerjiye öncelik vermeye yönlendiriyor. Yenilenebilir enerji yatırımlarına yönelik girişimlerin finansman koşullarını zorlaştırıyor ya da ortadan kaldırıyor. İklim krizi ve iklim krizinin taşıdığı sosyal riskler/maliyetleri, resmi kurumlar nezdinde geçersiz kılmayı amaç ediniyor. Başlıca iki temel hedef ortaya koyuyor: Fosil yakıt üretiminin iki katına çıkarılması ve eski Başkan Joe Biden’ın iklim politikalarının tersine çevrilmesi.
Trump’ın göreve geldiği ilk gün imzaladığı başkanlık kararnameleri
- ABD’nin, yaklaşık 200 ülkenin küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmak için emisyon hedefleri belirlediği, Paris Anlaşması’ndan çıkmasına karar verildi.
- Federal ve özel arazilerde yerli enerji kaynaklarının izin, kiralama, yerleştirme, üretim, nakliye, rafine etme ve üretim işlemlerini –petrol ve gaz, nükleer ve kritik mineraller de dâhil olmak üzere– hızlandırmak için Ulusal Enerji Acil Durumu ilan edildi.
- Ülkenin iklimle bağlantılı harcamalarına dair en büyük iki yasa olan Enflasyonu Azaltma Yasası (The Inflation Reduction Act – IRA) ile Altyapı Yatırım ve İş Yasası (Infrastructure Investment and Jobs Act) kapsamındaki harcamalar 90 günlük bir incelemeye kadar durduruldu.
- Kara ve deniz rüzgâr projelerine yönelik yeni ve yenilenen federal izinler, geçiş hakları, kiralamalar veya krediler, ajansın incelemesine kadar geçici olarak durduruldu. Federal arazilerdeki tüm suların, yeni ve yenilenmiş açık deniz rüzgâr projeleri için kiralanmasından geçici olarak geri çekildi.
- Arktik Ulusal Vahşi Yaşam Sığınağı da dâhil olmak üzere Alaska’da petrol ve doğal gaz sondajı için tüm kısıtlamalar kaldırıldı.
- ABD Enerji Bakanlığı’na, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracat projeleri için onayları yeniden başlatma ve ilgili kurumlara elektrikli araç kullanımını teşvik eden kuralları ve vergi kredilerini gözden geçirme ve nihayetinde revize etme talimatı verildi. Joe Biden, LNG ihracatı için bekleyen ve gelecekteki başvuruların onaylarını Ocak 2024’te durdurmuştu. Öte yandan, elektrikli araç alımlarını teşvik eden vergi kredilerinin genişletilmesi ve şarj istasyonlarının altyapı yatırımlarının desteklenmesinde de yine Biden döneminde önemli adımlar atılmıştı.
- Çevre Koruma Ajansı’na (US Environmental protection Agency – EPA) –sera gazı emisyonlarının ekonomik maliyetini hesaba katmak üzere– karbonun sosyal maliyetinin düzenleyici karar alma sürecine dâhil edilmesini yeniden değerlendirme talimatı verildi. Esasında alınan tüm kararlar beraberinde bir karbon maliyeti yaratıyor. Biden yönetiminde çevresel zararların ekonomik etkilerinin, karbon maliyetlerinin karar süreçlerine dâhil olması sağlanırken, alınann bu kararla aksi yönde hareket ediliyor.
- EPA’nın 30 gün içinde Beyaz Saray’a kurumun sera gazı emisyonlarının kamu sağlığını ve refahını tehlikeye attığı ve düzenlenmesi gerektiği sonucunu ortaya tehlike bulgusunun geçerliliğine dair bir rapor hazırlaması talep edildi.
- İlgili kurumlara enerji santrali karbon limitleriyle temiz hidrojen kılavuzu gibi yerel enerjiyi etkileyen ve Biden tarafından yayınlanan düzenlemeleri gözden geçirme talimatı verdi.
- Metan ücreti gibi yürürlüğe girmemiş olan Biden dönemine ait tüm kurallar için düzenleyici bir dondurma uygulandı.
Söz konusu başkanlık kararnamelerinin olası etkileri
Yukarıda açıklanan başkanlık kararnamelerinin olası etkilerini ve bu etkilere dair değerlendirmeleri öncelikli olarak iki başlık altında toplamak mümkün gözüküyor.
ABD’nin geri adımları, iklim müzakerelerini sekteye uğratabilir. Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çekilmesinin ardından, en büyük tartışma başlıklarından birini ülkenin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nden (United Nations Framework Convention on Climate Change – UNFCCC) de çekilip çekilmeyeceği oluşturuyor. Hukuki ve siyasi engellere karşılık, bu olasılık gündemde. Olası bir durumda, öncelikli olarak diğer ülkelerin politik ajandalarında iklim krizinin geri planda kalması ve bunu takiben küresel iklim mücadelesinin zayıflamasından endişe duyuluyor. ABD’nin Güney Amerika’da gerçekleştirilen G20 Zirvesine katılmaması, hem iklim hem de diğer uluslararası süreçlerin zarar görmesi anlamında endişeleri artırıyor.
Bu aşamada, küresel ısınmayı durdurma çabaları Trump’ın seçilmesiyle tehdit altında. Aralarında Çin, Hindistan ve Avrupa Birliği’nin de bulunduğu dünyanın en büyük kirleticilerinin çoğunun 2035’e kadar azltım hedeflerini içeren Ulusal Katkı Beyanlarını (NDCs) BM’ye sunmak için verdiği son tarihi kaçırdığı görülüyor. Yeni iklim planlarını açıklayan ülkeler arasında Birleşik Krallık, Brazilya, Japonya ve Kanada’nın yanında ABD de yer alıyor. Fakat hem az sayıda ülkenin taahhütlerini yenilemesi hem de Trump dönemiyle ABD iklim politikasındaki geri dönüş; enerji geçişi için ortaya konana küresel 2 trilyonluk yatırım hacmine diğer ulusların çabalarını sekteye uğrattığının sinyallerini veriyor ve kritik ittifakların zayıflama ihtimali gündeme taşınıyor.
Temiz enerji yatırımları ve iklim finansmanı hem küresel düzeyde hem de ABD’de yavaşlama tehdidiyle karşı karşıya. İklim finansmanı, küresel düzeyde düşük karbon geçişini desteklemenin temel taşlarından birini oluşturuyor. Enerji geçişi yatırımları, 2024 yılında 2 trilyon doları aştı. Ancak bazaltım ve uyum finansmanındaki tüm gelişmelere rağmen bu seviye ihtiyaçları karşılamaktan uzak. inansman ihtiyacının yıllık 8 trilyon dolara varması bekleniyor. ABD’nin atacağı adımlar, bu yatırımların tam da hızlandırılması gereken bir dönemde yavaşlatıcı bir etki yaratması ihtimaliyle tehlike arz ediyor.
- IRA, son iki yılda çok sayıda yeni üretim tesisi ve iş de dahil olmak üzere, temiz enerjiye tahmini 493 milyar dolarlık yeni yatırım sağlamayı başardı. Bundan sonrası için IRA’dan vazgeçilmesi, öncelikle ülkenin küresel olarak temiz enerji teknolojileri üretiminde lider Çin’i yakalamaya çalışmasını zorlaştırıyor. Kara ve deniz rüzgâr projelerinin durdurulması, bu teknolojilerin yüksek ekonomik rekabetçiliğine rağmen, yatırım ortamında belirsizlikler yaratıyor. Elektrikli araç kullanımını teşvik eden süreçlerde yaratılan engeller, tüketicilerin satın alma seçeneklerini sınırlayarak hem rekabetçiliği engelliyor hem de karbon emisyonlarını artırıyor.
- Trump ayrıca ABD Uluslararası İklim Finansmanı Planı’nı (The US International Climate Finance Plan) feshederek Amerika’nın iklim değişikliğiyle mücadele eden gelişmekte olan ülkelere verdiği desteği sona erdiriyor. Böylece, Biden yönetiminin Yeşil İklim Fonu (The Green Climate Fund) ve Küresel Çevre Fonu (Global Environment Facility) gibi çerçeveleri desteklemek için 1,5 milyar dolardan 9,5 milyar dolara yükselttiği ve bu hâliyle ABD federal bütçesinin yalnızca %0,1’inden bile az bir finansmanı ortadan kaldırıyor. Bu durum, iklim krizi karşısındaki en savunmasız ülkeleri doğrudan etkiliyor ve dayanıklılık koşullarını güçleştiriyor. Diğer finansörlerin küresel iklim finansmanı sistemine katkı vermelerine yönelik motivasyonunu da olumsuz etkilediğinden sisteme bir katman daha zorluk ekliyor.
Öte yandan kredi verme, yatırım ve sermaye piyasası faaliyetlerini 2050 yılına kadar net sıfır sera gazı emisyonuyla uyumlu hâle getirmeyi taahhüt eden ve bankaları bir araya getirmeyi amaçlayan BM destekli Net Sıfır Bankacılık İttifakı’ndan (Net Zero Banking Alliance – NZBA) çıkışlar, enerji dönüşümünün finansmanında risk oluşturuyor. Geçtiğimiz ay JP Morgan’la birlikte ABD’deki en büyük altı banka, yıllar süren spekülasyonların ardından NZBA’dan çıkışını duyurmuş oldu. Böylece NZBA’da mudailleriyle aynı küresel etkiye sahip olmayan yalnızca üç ABD bankası (Amalgamated Bank, Areti Bank ve Climate First Bank) kaldı. İttifaktan çıkışlar, seçim süreci ve Trump’ın göreve başlamasıyla paralel bir seyir izliyor ve ittifakın güvenilirliğini de riske atıyor.
Başkanlık kararnameleri ekonomiye ve iklim kriziyle mücadele kabiliyetine yönelik negatif etkisinin yanında doğal alanlara ve halk sağlığına yönelik de büyük tehdit oluşturuyor. Ulusal Vahşi Yaşam Sığınağı’nda bakır madenlerindeki endüstriyel faaliyetlere izin veriliyor. Petrol ve doğal gaz sondajı için kısıtlamaları ortadan kaldırması, özellikle okyanuslarda ve kıyılardaki yaşamı tehlikeye açık hâle getiriyor. Dünya Sağlık Örgütü (World Helath Organizastion – WHO), acil iklim eyleminin yılda iki milyon hayat kurtarabileceğini ve bunun bir milyonunun yalnızca hava kirliliğinin azaltılmasına yönelik eylemlerle sağlanabileceğini tahmin ediyor. ABD’nin iklim politikalarında siyasi ve ekonomik bakımdan atacağı geri adımların, başta ABD’nin WHO’dan çekilme sürecini başlatması olmak üzere, bir diğer taraftan da doğrudan halk sağlığına etki etmesi bekleniyor.
Trump’ın önünde de siyasi ve ekonomik engeller bulunuyor
İklim değişikliğinin, iklim hareketinin ve ABD’ye özgü enerji sisteminin –siyasi koşullar dâhil edildiği durumda dahi– hızla değiştirilemeyecek karmaşık bir sistem olduğunu gözetmek gerekiyor. Trump, 2016 – 2020 yıllarını kapsayan ilk görev döneminde, 2017 yılında Paris Anlaşması’ndan çekileceğini duyurmuştu. Fakat resmi çekilme süreci Kasım 2019’da başlatılmış, Kasım 2020’de tamamlanmış ve Joe Biden, Ocak 2021’de göreve gelir gelmez ülkesini anlaşmaya tekrar dâhil etmişti. Trump’ın ilk çekilme duyurusu döneminde, ABD’li müzakereciler Taraflar Konferansı’na (Conference of Parties – COP) katılmaya devam etmiş, sera gazı emisyonlarını azaltmaya ve enerji sistemlerine geçişe yönelik ülke içi çabaları vurgulamayı da sürdürmüşlerdi.
- ABD, zorunlu bir yıllık bildirim süresi nedeniyle Brezilya’daki COP30’da COP sürecinin resmi bir parçası olmaya devam edecek: Bugün ABD, ikinci kez Paris Anlaşması’ndan çekileceğini bildiriyor fakat bir diğer taraftan COP’tan resmî olarak çıkmış değil. Yapılan değerlendirmeler, bu durumu iklim diyaloğu için alternatif yolların hâlâ mevcut olduğu ve ABD’nin, Biden yetkilileri tarafından geçen yılın sonlarında sunulan ve emisyonları 2035 yılına kadar (2005 seviyelerine kıyasla) %61-66 oranında azaltmayı amaçlayan ulusal katkı beyanını takip edeceği yönünde. ABD gibi önemli bir müttefikin masadan kalkması sonun başlangıcı gibi görünse de ABD olmadan daha güçlü bir iklim eylemi mümkün olabileceği, bir diğer taraftan tartışmaya açılıyor. Avrupa ülkeleri, Trump’ın hem ekonomi-politik hem de diplomatik alanlarda ve piyasa eğilimleri açısından iklim hareketinde yavaşlatıcı bir etki göstereceği gerçeğine karşılık; Paris Anlaşması’nın önemini, iş dünyasından yapılan açıklamalar ise piyasalardaki temiz enerji yatırımlarına yönelik genel eğilimin sürdüğünü vurguluyor.
- Birçok eyalet ve belediyenin iddialı emisyon azaltım tedbirlerini ilerletmeye devam etmesi ve başkanlık kararnamelerine itiraz etmesi bekleniyor: Bu beklentiyi destekler nitelikte geçmiş örnekler göstermek mümkün. 2019 yılında federal mülkiyetteki bir kömürlü santral, Trump’ın müdahalesine rağmen, kapatılmış ve yenilenebilir enerjiden üretilen elektrikle üretime devam etmişti. İklim eylemini ülke çapında ölçeklendiren ve federal olmayan aktörlerinde başını çektiği geniş koalisyonların varlığı; örneğin America Is All In ve We Are Still In, bu kapsamda öne çıkıyor. Ulusal Enerji Acil Durumu’nun mahkemede itirazlarla karşı karşıya kalabileceği ileri sürülüyor. Hâlihazırda ABD hükümetlerine ve şirketlerine karşı binlerce iklim davası sürüyor.
Yatırım ve finansman imkânlarının kısa sürede dönüştürmek, oldukça zor bir süreç. Bu konuda, Biden yönetimindeki olumlu iklim politikalarına dayanarak, yerel aktörlerin emisyonları azaltma ile daha güvenli/sağlıklı topluluklar oluşturma konusunda ısrarcı olacak kapasiteye, araçlara ve kararlılığa sahip olduğu argümanı temel alınıyor. 2024 yılında Biden’ın uluslararası iklim finansmanı için yıllık 11,4 milyar dolar sağlama sözünün yerine getirilmesi ve bu finansmanın büyük bir kısmının doğrudan Kongre tarafından değil daha geniş kalkınma ve koruma programlarının yatırımları aracılığıyla sağlanması önemli avantajlar olarak öne çıkıyor.
- Milyar dolarlık yatırımları yönlendiren IRA’nın bugüne kadarki kazanımlarının muhtelif idari emirlerle kolayca geri alınması mümkün değil: IRA aracılığıyla sağlanan yatırımların birçoğu doğrudan Cumhuriyetçi eyaletlere fayda sağlıyor. Her ne kadar elektrik üretiminde fosil yakıtların tercih edileceği belirtilse de piyasanın, örneğin tasarım, inşa ve süreçleri uzun gaz yakıtlı enerji santralleri yerine, daha temiz ve daha ucuz bir seçeneğinin tercih edeceği belirtiliyor.
- Bazı petrol şirketleri Trump yönetiminin kararlarına şüpheyle yaklaşıyor: Biden’ın iklim gündemine rağmen ülkede petrol ve gaz üretimi zaten artmış durumda. Bundan sonrası için artan arzın petrol fiyatlarını daha da düşüreceği endişesiyle birçok petrol şirketinin daha fazla üretime ilgi göstermeyeceğinin ve üretimin artırılmasına yönelik baskının küresel enerji piyasaları için belirsiz bir zamanda ortaya çıktığının altı çiziliyor.
- Trump’ın kararları, ülke ekonomisi ve vatandaşlar için ek maliyetler yaratıyor: Johns Hopkins Üniversitesi tarafından yapılan analiz, ABD iklim politikalarının gevşetilmesinin ulusal şirketler için 50 milyar dolar gelir kaybına ve rakip ülkelerin yakalamaya hazır olduğu 80 milyar dolara kadar yatırım fırsatı kaybına yol açabileceğini öne sürüyor. Bu ekonomik gerçek, IRA’nın yürürlükten kaldırılmasını siyasi açıdan kabul edilemez hâle getirebilir.
ABD, ayrıca, 4 Şubat’ta Kanada ve Meksika’yla tarifeleri otuz gün erteleme yönünde son dakika anlaşmaları yaptıktan sonra Çin’e %10 gümrük vergisi uyguladı. ABD ithalatının neredeyse yarısını (1,3 trilyon dolardan fazla) Kanada, Çin ve Meksika oluşturuyor. Analizler, yeni tarifelerin ABD’nin toplam ithalatını %15 oranında azaltabileceğini gösteriyor. Washington, DC merkezli Vergi Vakfı, tarifelerin yılda yaklaşık 100 milyar dolar ekstra federal vergi geliri yaratacağını tahmin ederken, aynı zamanda daha geniş ekonomiye de önemli maliyetler getirebileceğini söylüyor. Tedarik zincirlerinin bozulması, işletmelerin maliyetlerinin artması, işsizliğin artması ve tüketici fiyatlarının yükselmesi gibi birçok negatif etkinin de yaşanabileceğini öngörüyor.
ABD rafinerilerinde işlenen ham petrol ithalatının %70’inden fazlası, Kanada ve Meksika tarafından sağlanıyor. Bu nedenle vergiler sonrasında ABD’de ortabatı eyaletlerinde gaz fiyatlarının galon başına 50 sente kadar yükselebileceği ifade ediliyor. Otomobil parçalarının neredeyse yarısını kuzey ve güney komşularından ithal ettiğinden, ülke genelinde otomobil ve diğer araçların üretiminde de risk devam ediyor. Yine de ABD, Japonya ve Birleşik Krallık da dâhil olmak üzere diğer birçok sanayileşmiş ekonomiye kıyasla ticarete daha az bağımlı. İthalat ve ihracat, ülkenin milli gelirinin yalnızca dörtte birini oluşturuyor ve ABD, ithalatını oldukça geniş bir ulus kümesinden sağlıyor.
Sonuç yerine
Trump yönetiminin öncelikli adımlarından bir tanesini Ulusal Enerji Acil Durumu’nun ilan edilmesi oluştursa da ülkenin enerji durumuna dair bir “acil” tanımlaması yapmak mümkün gözükmüyor. 2023 verileri itibarıyla ABD’nin enerji üretimi, tüketiminden daha yüksek seviyede. En büyük petrol üreticisi ve tüketicisi konumunda yer alan ülkede üretimin %83’ü gaz, petrol ve kömürden, %8’i nükleer enerjiden sağlanıyor. Yenilenebilir enerjinin üretimdeki payı ise %8. Bu tablo dâhilinde Trump, esas gücünü petrol ve gaz endüstrisinden alıyor ve bahsedilen aciliyet, kendisinin seçim kampanyasına 75 milyon dolardan fazla bağışta bulunan endüstrinin taleplerinden kaynaklanıyor. Söz konusu rakamın, fosil yakıtlarla bağlantısı olanların sağladığı bağışlarla beş katına ulaştığı tahmin ediliyor. Kongre’nin, özel sektörün ve yerel paydaşların belirli kesimleriyle kurulan ittifaka dayanarak hayata geçirilen bu emirler, yatırımları artan ve istihdam yaratan başarılı yeşil enerji yatırımlarını doğrudan hedef alıyor.
Ulusal Enerji Acil Durumu’nun ilanı, fosil yakıt endüstrisinin, petrokimyanın ve yapay zekanın (veri merkezlerinin çoğalması nedeniyle ABD enerji talebinin artması) ulusal güvenlik önceliği olarak görülmesi, böylece enerji şebekesini genişletme ihtiyacından kaynaklanıyor. Yeni dönemde yapay zeka yatırımları için 500 milyar dolarlık (uluslararası iklim finansmanından kesilen miktarın 55 katından fazla) yeni bir fon oluşturuluyor. Ülkenin en büyük yedi teknoloji şirketi, yıllık 1,39 trilyon dolarlık gelirleriyle COP30’da kabul edilen 300 milyar dolarlık iklim finansmanı hedefinin beş katına ulaşıyor. Şirket liderleri, yıllık küresel iklim finansmanı taahhütlerini aşan (toplam 371,9 milyar dolarlık) kişisel servete sahip.
Oysa ülke içindeki politik iktisadi görünüm sadece Trump’ın kurduğu ittifaktan ibaret değil. Biden yönetiminin ardından yeniden göreve gelen Trump’ın edindiği tecrübelerle geri dönüşü olmaz adımlar atmak konusunda daha istekli olacağı düşünülebilir. Fakat buna karşılık kayda değer bir güce erişmiş bir iklim hareketinin varlığını da gözetmek gerekiyor. Birçok eyalet ve yerel yönetimin kendilerine ait iklim planlarını uygulamak ve Paris Anlaşması’ndaki hedeflere ulaşmak konusundaki ciddiyetinin arkasında duruyor. Şirketler, vazgeçme ihtimalinin ekonomik kayıplarının yüksek olduğu iklim planlarına/yatırımlarına sahip. Özellikle farklı düzenleyici çerçeveler altında faaliyet gösteren çok uluslu şirketler için, kurumsal sürdürülebilirlik hedefleri ve yatırımcı baskıları nedeniyle yüksek kaliteli karbon kredilerine olan talep devam edebilir veya artabilir.
Trump yönetiminin kararları, ülkenin enerji geçişinde, istihdam ekonomik canlılık yaratma ve küresel rekabet gücünü sürdürme açısından potansiyeline zarar veriyor. Fosil yakıtlara geri dönüş, ülkenin uzun vadeli çıkarlarına, bu açıdan değerlendirildiğinde, ters düşüyor. Başkanlık kararnamelerinin varacağı yerlere dair pek çok belirsizlik bulunuyor. Zaman geçtikçe ve ayrıntılar ortaya çıktıkça Trump yönetiminin hukuki zorluklarla karşı karşıya kalması bekleniyor. Biden yönetiminin hâlihazırda büyük çoğunluğunu tamamladığı temiz enerji hibelerinin durdurulması ve gözden geçirilmesi yönündeki emirlerin amaçlanan etkiyi yaratmakta geç kalmış olabileceği değerlendiriliyor. Alınan kararlar, ülke vatandaşlarını korumuyor, Çin ve Avrupa Birliği’ne gelişen temiz enerji ekonomisinde rekabet avantajı sağlıyor. Çin, hâlihazırda ABD yerli üretiminin yarısı da dahil olmak üzere güneş paneli üretiminin %80’inden fazlasını kontrol ediyor.
Bundan sonrası için iklim gündeminin ne yönde hareket edeceğini zaman gösterecek. Yaratılan enerji güvenliği ve iklim eylemi çatışmasının ötesinde, uzun vadeli ekonomik çıkar ve stratejik faydalarını gözetmek üzere, ülkelerin tercihlerini yenilenebilir enerji yatırımlarından yana kullanmaları bekleniyor. Jeopolitik riskler, daha otoriter bir yapıya dönüşmekte olan küresel siyaset ve iklim müzakerelerinde beklentilerin gerisinde kalınması bu bakımdan işleri zorlaştırıyor. Öte yandan gelişmekte olan ülkeler için iklim eylemi işsizlik, artan borçlar ve enflasyon gibi etkilerle çok daha katmanlı bir hâl alıyor.
Resmin tamamına bakıldığında Trump yönetiminin, küresel iklim hedeflerini yakalamakta oldukça geriden gelen politika ve eylemleri “en iyi ihtimalle” yavaşlatacağını söylemek yanlış olmayacak. Ancak söz konusu iklim hedefleri olduğunda zamanın en önemli faktör olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor. İklim eylemi konusunda bugüne kadar kaybedilen zamanın politikalardaki ve uygulamalardaki iddiaların artırılması yoluyla kapatılması gereken bir dönemde ne yazık ki Trump yönetimi küresel iklim politikalarının geleceği adına pek bir ümit vermiyor.